Parnasizm

Batı Edebiyatında Parnasizm

Adını, Louis Xavier de Richard ile Catulle Mendes’in hazırlayıp Alphonse Lemerre’in bastığı Le Parnasse Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden alır. Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. 1830’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. Temel kuramı "sanat sanat içindir" diye özetlenebilir.

Aslında realizmin katı toplumculuğu ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde kendini gösterir. Sanatsal biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön plandadır. Bu akımın etkisindeki edebi eserlerde ölçülü ve nesnel bir anlatım, teknik kusursuzluk ve kesin betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği amaçlayan" şiir de denebilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden sonraki doğalcılığa kaynak olmuştur. Zengin bir dil, zengin bir biçim, zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. Theophile Gautier’in şiirlerini, Theodore de Banville, Leconte de Lisle izlemiştir. Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de Lisle ile özdeşleştirilir.

Türk Edebiyatında Parnasizm

Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret’te görülür. Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır.

Otobiyografi

Bir kişinin kendi yaşamını yine kendisinin anlattığı , yazdığı yaşamöyküsü yazısıdır.

Yaşamöyküsünden  ayrılan yanı ünlü kişinin kendi yaşamını kendisinin anlatması.

Nutuk

- Bir topluluk önünde sunulmak için

- Belirli bir konuda

- Siyasi, dini, hukuki, akademik alanlarda

- Dinleyicileri etkiler, inandırır, kendine bağlar.

- Bir konuşmacı tarafından bir yerde toplanmış bir topluluğa, bir düşünceyi coşkulu bir dille anlatmaya denir.

Nida (Seslenme) Sanatı

Seslenme sanatıdır. Şiirde “ey” gibi ünlemlerle ifade edilir. Ancak ünlem bildiren sözcük olmadan da nida sanatı yapılabilir.

Şiddetli duyguları,heyecanları coşkun bir seslenişle anlatmadır. Daha çok ay,ey,hay,ah ünlemleriyle yapılır.

Nida Örnekleri:

* Ey bu toprakları için toprağa düşmüş asker

* Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü!

* Ey benim sarı tamburam!

   Sen ne için inilersin?

* Çatma kurban olayım ey nazlı hilal!  dizelerindeki altı çizili sözlerde nida sanatı yapılmıştır.

Natüralizm

Batı Edebiyatında Natüralizm

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur. Doğa bilimlerinin, özellikle de Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla gelişmiştir. Edebiyatta gerçekçilik geleneğini daha da ileri götüren doğalcılar, gerçekleri ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir tutum ve tam bir bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği benimsemesiyle gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle değil, rastlantısal ve fizyolojik özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma göre, çevrenin ve kalıtımın ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik baskılar altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar. Yazgılarını belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu değillerdir.

Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine’in Historei de la Litterature Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur. İlk doğalcı roman Goncourt Kardeşler’in bir hizmetçi kızın yaşamını konu alan Germinie Lacarteux adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola’nın Le Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı eseri akımın edebi bildirgesi sayılır. Zola’nın yanısıra Guy de Maupassant, J. K. Huysmans, Leon Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı eserler veren yazarlardır.

Türk Edebiyatında Natüralizm

Bizim edebiyatımızda doğalcılık anlayışına en çok yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Ancak eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır.

Naat

Hazreti Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti Muhammed’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların başında tevhid ve münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise na’t-han denir. Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en tanınmış na’t’ıdır. Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla bilinir.

Müstezat

Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun "mef’ulü/ mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan mef’ulü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara "sade" çitf ziyadeli olanlara ise "çift" adı verilir.

Müseddes

Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes", sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa "müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu 5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir.

Münşeat

Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt. Kapsamına göre üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar, genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki düzyazılardır. Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını, son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir araya getiren münşeat. Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan münşeatlar.

Münazara

Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı yapıtlardır. Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden bölümler içeren münazaralar da vardır.

Münacat, Özellikleri

Konusu tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da gazel, kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13. yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın yüce ve güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir.

Mübalağa (Abartma) Sanatı, Özellikleri

Bir varlığın, olayın ya da durumun olduğundan büyük ya da küçük gösterilmesine mübalağa denir.

Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.

Mübalağa (Abartma) Örnekleri:

* Alem sele gitti gözlerimin yaşından.

* Ölüm indirmede gökler,ölü püskürtme de yer

   O ne müthiş tipidir;savurur enkaz-ı beşer.

* Aramazdık gece mehtabı yüzün parlarken

   Bir uzak yıldıza benzedi güneş sen varken.

* Manda yuva yapmış söğüt dalına,

   Yavrusunu sinek kapmış.

* Bir ah çeksem dağı taşı eritir,

   Gözüm yaşı değirmeni yürütür.

* Bir gün gökyüzüne otursam,

   Evlerin tavanlarını birer birer açsam.

* Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,

   Sel olup taşacak bir gün derinden.

* Sana olan aşkım dağı taşı eritir,

   Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.

* Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

   Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.

* Sekizimiz odun çeker,

   Dokuzumuz ateş yakar

   Kaz kaldırmış başın bakar

   Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.

* Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

   Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.

* Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.

Musammat, Özellikleri

Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazel ve bazı kasidelere uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba, muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis, taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır.

Murabba, Özellikleri

Aynı ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Murabbalarda ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son dizesi ilk bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen yinelendiği murabbalara "mütekerrir murabba" denir. Her bendin son dizesi ilk bendle yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa murabba "müzdeviç murabba" diye tanımlanır. Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları çoğunlukla dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye gibi türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı kullanılabilir. Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler.

Muhammes, Özellikleri

Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5 dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise "müzdeviç muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8 arasında değişir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf konuları ele alınır.

Muaşşer, Özellikleri

Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir. Bendlerin son beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde değişmesiyle yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer" adıyla tanımlanır.

Muamma, Özellikleri

Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır.

Ali Şir Nevai, Fuzûlî, Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir.

Örnek:

Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre

İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre

Nâbî

(Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar "nâ" ve "bî". Bu edatlar bize beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.)

Miraciye, Özellikleri

Hazreti Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek başına bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde bölümler halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde yazılmıştır.

Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve sanatlı bir üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın yazdığı Miraciye bu türe örnektir.

Milli Mücadele Döneminin Önemli Sanarçıları, Yazarları ve Şairleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1899-1974)

Üsküdar İdadisi'nde edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı (1916-17). İkdam gazetesinde çalıştı. Yeni Mecmua'da Erenlerin Bağından yazılarını yayımladı (1918-19). Tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kaldı. Mütareke devrinde İkdam, Dergâh gibi gazete ve dergilerde yazdığı yazı ve öyküleriyle Kurtuluş Savaşı'na destekledi. İkdam'da Kiralık Konak (1920), Akşam'da Nur Baba (1921) romanlarını tefrika ettirdi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı.

Toplumsal yapıdaki bu değişimi öykü ve romanlarında yansıtan Yakup Kadri, hayata bakışını, bu farklılaşma durumlarının ondaki yansılarını şöyle dile getirmektedir: "On sekiz yaşımda iken şeyda (deli) bir anarşist idim. Yüksek bir makam sahibi veya herhangi bir kudretli adamı yere sermek en büyük gayemdi.

Sonradan bir ihtilalin başına geçmek ve halk kitlelerini bir rüzgârın bir ormanı dalgalandırışı gibi harekete getirmek istedim. Otuzumda bunların hepsinden vazgeçmiş, hiçbir şeye inanmaz olmuş ve kendimi cismani hazlara terk etmiştim.

Fakat etin bu iltihabından ruhun başka türlü bir iltihabı ile uyandım. Mistik bir sevda can evimi bir yangının alevi gibi sarmıştı. Bu alevle tutuştukça hayat buluyordum. Ve ılık uzletimi (toplum hayatından uzaklığımı) yüzleri berrak su kaynaklarını andıran hayaletlerle dolduruyordum. İşte, millet aşkına ben bunlar arasında vasıl oldum. Ve bu aşk yolunda can vermeyi o vakit cana minnet bildim.

Lâkin, bu yeni dinde kendime peygamber yine kendimdim. Onun için ruhum imansız kalan cemaat gibi perişandı. Ne vakit ki Anadolu yaylalarının maverasından (ötesinden) O'nun (Atatürk'ün) sesini duydum; Nur ile ateş, vecd (kendinden geçme) ile humma (ateş) arasındaki farkı o vakit bildim. Ancak bu millet mürşidinin emri altındadır ki, kısır bir ateşle beyhude yere yanıp tutuşmaktan ve yıpratıcı ihtilaçlar içinde beyhude yere kıvranıp durmaktan kurtuldum. Ruhum, hemen ilâhî diyebileceğim bir nizam (düzen) içine girdi.

Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir, Sakarya yörelerine gezi. Garp cephesinin bulunduğu mevkide olup bitenlere tanıklık etti. Anadolu gerçeği ile yüzleşen Yakup Kadri; Kurtuluş Savaşı'nın yansılarını yakından gözledi. Cumhuriyet'in kuruluşunda Mardin (1923-1931), daha sonra da Manisa milletvekili oldu (1931-1934). 1923-25 arası Cumhuriyet ve Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetelerinde yazdı. Burada iki yıl kaldı. İstanbul'da çıkan Milliyet'te yazdı. Hüküm Gecesi romanını bu gazetede tefrika ettirdi (1927). Sodom ve Gomore'yi yazdı (1928).

1932'de yazdığı Yaban birçok tartışmalara neden oldu. Roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nda ikinciliği kazandı. Aynı yıl Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Dergi, 1934'te kapanmak zorunda kalınca, Tiran elçiliğine atandı. Bunu Prag (1935), La Haye (1939), Bern (1942), Tahran (1949), Bern (1951-1954) elçilikleri izledi.

1961'de Kurucu Meclis üyeliğinde, 1961-1965'te de Manisa milletvekilliğinde bulundu. Cumhuriyet, Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet, Yeni İstanbul, Tercüman; Kadro, Varlık, Hayat, Meydan gibi gazete ve dergilerde makale, roman ve anıları yayımlanan Yakup Kadri, 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.

Romanlarında, ülkenin yaklaşık yüz yılı aşkın zaman dilimini (1861-1950) konu edindi. Toplumsal değişim sürecinin toplumun farklı kesimlerindeki yansılarını gerçekçi bir bakışla yansıttı. Tarihe tanıklıkla birlikte, insan-toplum ilişkilerinde bu süreçte biçimlenen durumları irdeledi. Tanık olduğu olaylar, yaşadığı ortam onun edebiyat anlayışını biçimlendirmiştir. Fecr-i Âtî içinde 'sanat sanat içindir' anlayışından yola çıkan Yakup Kadri, koşulların gücü içindeki değişimi de yıllar sonra şöyle dile getirecektir: "Bu coşkunluğum, sanat perisi yolunda bu serdengeçtiliğim, ilk millî felâketimiz olan Balkan Harbi'ne kadar, bütün ateşiyle devam etti. Fakat ne vakit ki, Çatalca önüne dayanan düşman toplarının sesini ta yatağım içinden işitmeğe başladım, hisseder gibi oldum ki, hayatta benim yaptığım mücadeleden daha mühimleri vardır. Balkan Harbi'ni daha bir sürü millî felâketler takip etti. Ben gene 'Sanat şahsî ve muhteremdir' diyordum. Fakat onun yanı başında, hiç değilse onun kadar 'şahsî' ve 'muhterem' şeyler olabileceğini düşünmeğe başlamıştım."

Öykü ve romanlarında dilde sadeleşme ve yeni bir edebiyat anlayışının örneklerine veren Yakup Kadri, bir bakıma değişim döneminin romancısıdır. Romanlarında, ülkenin Batılılaşmadan Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına değinki değişim ve dönüşüm süreçlerini konu edinir. Çözülme ve yeniden yapılanma... Bu süreçteki insan ve toplum gerçeğine gerçekçi bir bakışla yaklaşır. Yakup Kadri, romanlarının yapısal oluşumunu değerlendirirken, şunları söyler: "Romanlarımın kronolojik mahiyeti benim istek veya kararımla meydana gelmiş bir şey değildir.

Romanda yegâne (biricik) gayem, hayatın heyecanını verebilmek ve canlı tipler yaratmaktır. Bunda ne dereceye kadar muvaffak olduğumu bilmiyorum. Roman yazarken tanıdığım kimseleri ve yaşadığım hayat safhalarını bir ham madde olarak kullanırım. Romanlarımı uzun müddet tasarlarım. Fakat not alıp materyal toplamak adetim değildir."

Fecr-i Âtî’de iken ferdiyetçi sanat anlayışını benimseyen sanatçı, daha sonra millî Edebiyat cereyanına katıldı.

İlk eserlerinde mistik bir hava vardır.

1916’dan sonra ülke gerçeklerini ve millî duyguları işleyen hikâyeler yazmıştır.

Roman, hikâye, deneme, mensur şiir, makale ve anı türünde eserleri vardır. Romanlarında Türk halkının yaşayışı ve problemleri başlıca konudur.

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemde Türk halkının yaşadığı gelişme ve değişmeleri işlemiştir. Aydınlarla halk arasındaki zıtlıkları da konu edinmiştir.

Eserlerinde sağlam bir gözlemcilik ve ona dayanan bir realizm vardır. Eserleri teknik bakımdan sağlamdır. Karakterleri başarıyla anlandırmıştır.

Titiz bir üslûpçudur.

Hikâyeleri: Bir Serencam, Rahmet, Millî Savaş Hikâyeleri

Romanları: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panorama...

Diğer eserleri: Erenlerin Bağından, Zorakî Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda...

Halide Edip Adıvar (1884-1964)

Romancı ve hikâyeci. Ünlü, Sultanahmet mitingi ile halkı coşturmuş ve bizzat millî mücadelenin içinde yer almıştır. Romanlarındaki belli başlı konular, Kurtuluş Savaşı, çocukluk hatıraları ve aşktır. Kahramanlarını daha çok kadınlar arasından seçen sanatçı, karakter bulmakta başarılıdır. Kadınlara da üstün özellikleri vermiştir. Gözlem, tasvir ve tahlillerde başarılıdır. Sosyal çevreye önem verir. Dili kullanmada başarılı değildir. Dağınık, düzensiz bir üslûbu vardır.

Eserleri: Handan, Son Eseri, Ateşten Gömlek, Vurun kahpeye, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Tatarcık, Mor Salkımlı Ev, Dağa Çıkan Kurt, Harap Mabetler

Beş Hececiler

Şiire 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında başlayan, Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Anadolu'yu ve vasat insan tipini şiire soktular. Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri başlıca konulardır. Hecenin bu beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardır. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır.

Şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdir.

Orhan Seyfi Orhon (1890-1972)

Şiirlerinde konuşma dilini kullanmıştır. Bazı şiirlerinde halk şiiri şekillerini kullanmıştır. Daha çok şahsî temaları işleyen şair vatanî konuları da işlemiştir.

Eserleri: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban, Gönülden Sesler, O Beyaz Bir Kuştu.

Yusuf Ziya Ortaç (1896-1967)

Şiire aruzla başlamış, da ha sonra heceyi kullanmıştır. Günlük hayatın çeşitli görünümlerini sade bir dille işlemiştir. Akbaba adlı mizah dergisini çıkarmıştır.

Eserleri: Akından Akına, Aşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Rüzgâr Esti.

Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973)

Beş Hececilerin en genci ve en başarılısıdır. Buna rağmen aruzu da tamamen terk etmemiştir. Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket sevgisini anlatmıştır. Ferî konuları da işlemiştir.başlıca konu ve temaları, aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık, ihtiras. Lirik şiirleri vardır.

Şiirleri: Han Duvarları, Çoban Çeşmesi, Dinle Neyden, Gönülden Gönüle.

Tiyatro eserleri: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman.

Enis Behiç Koryürek'in (1892-1949)


Şiire aruzla başlamıştır. Heceyle yazdığı ilk şiirlerinde aşkı işlemekle beraber, daha sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında millî duyguları ve tarihî kahramanlıkları işlemiştir.

Şiirleri: Miras, Güneşin Ölümü.

Halit Fahri Ozansoy (1891-1971)

“Aruza Veda” adlı şiiriyle aruzu bırakıp heceyi kullanmaya başlamıştır. Şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanmıştır. Derin bir melânkoli ev karamsarlık taşıyan şiirlerinde ferdî konuları işlemiştir.

Şiir, roman ve tiyatro türünde eserleri vardır: Cenk Duyguları, Efsaneler, Baykuş, Hayalet.

Milli Mücadele Döneminin Genel Özellikleri

30 Ekim-19l8'de Mondros mütarekesi ile başlayan ve 9 Eylül 1922'de Yunanlıların İzmir'de denize dökülmesiyle biten bu döneme, Mili Mücadele dönemi; bu dönemde oluşan edebiyatımıza da Milli Mücadele dönemi edebiyatı diyoruz.

Milli Mücadele dönemi, aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyetinin de temellerinin atıldığı dönemdir. Bu dönemde esareti kabul etmeyen Türk milleti, yeniden derlenip toparlanarak millî bir Kurtuluş Savaşı'nı başlatır.

Milli Mücadele dönemi edebiyatını kesin sınırlarla diğer dönemlerden ayırmak çok zordur; çünkü toplumsal olayların başlangıçları ile bitişleri kesinlikle sınırlandırılamaz. Bu nedenle Milli Mücadele dönemi edebiyatı, Milli edebiyatın ilkeleri doğrultusunda gelişti, bu dönemin sanatçıları, Cumhuriyet döneminde de o günün koşulları içinde eser vermeye devam ettiler.

Milli Edebiyat Akımının Önemli Sanatçıları, Yazarları ve Şairleri

Ömer Seyfettin (1884-1920):

Son devir Türk hikâyeciliğinin en önemli isimlerindendir. Yeni Lisan hareketinin savunucularındandır. Amacı millî şuuru kuvvetlendirmek, toplum hayatındaki aksak yönleri ortaya çıkarmaktır.

Konularını gerçek hayattan alır. Bu sebeple hikâyeleri realist özellik taşır. Konuları genellikle tarihî olaylar, çocukluk hatıraları ve yaşanan günlük olaylardır. Aşk konusunu da bu hikâyelerinde işler. Kahramanlık, hikâyelerinin önemli konularındandır. Bazı eserlerinde sosyal hayattaki gülünç özellikleri karikatürize eder. Türklerin Balkanlar’da uğradıkları zulümleri de konu edinmiştir. Dili oldukça sadedir ve yalındır. Kurguları oldukça başarılıdır.

Hikâyeleri: Eshab-ı Kehf’imiz, Harem, Efruz Bey, Yalnız Efe, Yüksek Ökçeler, Gizli Mabet, Beyaz Lâle, Bomba, Bahar ve Kelebekler,

Ziya Gökalp (1876-1924):

Türkçülük cereyanını bir sisteme bağlayan fikir adamı ve bu sistemi eserlerinde işleyen bir sanatçıdır.Türk milletinin din, dil, ahlâk, edebiyat yönünden aynı kültürle yetişmiş kişilerden oluştuğuna inanan Gökalp, eserleriyle Türk milliyetçiliğinin sınırlarını belirlemiş, millî edebiyatın da fikir yönüyle temellerini oluşturmuştur. Onun Türkçülük anlayışı, dil, edebiyat, din, iktisat, güzel sanatlar ve siyaset alanlarını kapsar. Turancılık ideolojisini de savunmuştur.

Edebiyatı, bu fikirlerini yaymak için bir araç olarak kullanmıştır. Sanat yapma kaygısı yoktur. Şiir ve nesir alanında eserleri vardır. Destan, masal ve makaleler de yazmıştır. Dile önem vermiştir. Eserlerini sade bir dille yazmıştır. Türk dilinin gelişmesi yolunda çaba harcamıştır. Türkçe karşılıkları olan Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasından, Türkçeleşmiş kelimelerin de artık Türkçe sayılmasından yanadır. Ona göre millî vezin hece veznidir.

Şiirleri: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat

Fikrî Eserleri: Türk Medeniyeti Tarihi, Türk Töresi, Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek-Muasırlaşmak-İslâmlaşmak, Malta Mektupları.

Ali Canip Yönten (1887-1967):

Daha önce Fecr-i Âtî’de yer alan sanatçı, daha sonra millî edebiyat akımının öncülüğünü yapmış, Ömer Seyfettin’le birlikte çıkardıkları Genç Kalemler dergisinde baş yazarlık yapmıştır. Yeni Lisan hareketinin savunucularındandır. Şiirlerinin hece vezniyle ve sade bir dille yazmıştır. Şiirlerinin bir kısmını Geçtiğim Yol adı altında yayımlamıştır. Sonraları şiiri bırakıp edebiyat incelemeleri yapmıştır.

Fuat Köprülü (1890-1966):


Edebiyat tarihi ve tarih araştırmacısıdır. Türk edebiyatını dönemlere ayıran, bilimsel yöntemlerle inceleyen ilk araştırmacıdır.

Eserleri: Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Saz Şairleri, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar.

Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944):

Halkçılık ve milliyetçilik düşüncesini şiirlerinde işlemiştir. Şahsî duygulara ve tabiata pek rastlanmaz. Şiirleri sosyal faydaya yöneliktir ve didaktiktir. Bu yüzden bir kuruluk göze çarpar. Hece veznini ve batı edebiyatı nazım şekillerini kullanmıştır. Dilinin tamamen sade olduğu söylenemez.

Şiirleri: Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Turana Doğru.

Reşat Nuri Güntekin (1889-1956):


Millî edebiyat akımından etkilenen sanatçılardandır. Şöhretini Çalıkuşu romanıyla kazanmıştır. Birçok eserinde Anadolu’yu, Anadolu hayatını ve insanını, batıl inançları, yanlış batılılaşmayı,  insanımızın bilime ve eğitime ihtiyacını işlemiştir. Mizah öğesine de yer vermiştir. Romanlarında güçlü gözlemciliğine dayanan bir realizm ve canlı bir üslûp vardır. Psikolojik tahlillerde de başarılıdır. Eserlerinde konuşma dili hâkimdir. Roman, hikâye, tiyatro ve gezi yazısı türünde eserleri vardır.

Romanları: Çalıkuşu, Gizli El, Dudaktan Kalbe, Acımak, Eski Hastalık, Akşam Güneşi, Yaprak Dökümü , Damga, Miskinler Tekkesi

Hikâyeleri: Eski Ahbap, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Boyunduruk

Gezi Yazıları: Anadolu Notları

Tiyatroları: Yaprak Dökümü, Eski Rüya, Hançer, Balıkesir Muhasebecisi, Eski Borç, Gözdağı

Milli Edebiyat Akımı ve Özellikleri

Milli Edebiyat akımının gelişmesinde bir nokta ilginçtir. Başlangıçta Genç Kalemler’in görüşlerine karşı çıkan kimi Fecr-i Aticiler çok geçmeden bu akımı benimsemekle kalmazlar, olumlu bileşimlere varılmasını da sağlarlar. İki önemli konuda birleşmektedirler çünkü: Dil tutumu ve konu seçimi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Genç Kalemler’in Fecr-i Ati’cilere karşı genel bir saldırıyı başlattıklarına değindikten sonra bu konuda şunları söyler: "Oysa, biz, tam bunların istediklerini yapmakta olduğumuz kanatinde idik. Nitekim, hepimiz değilse bile, Refik Halit’le ben hikayelerimizi gittikçe sadeleşen bir Türkçe ile yazmakta ve hikayelerin konularını İstanbul şehrinin dar ve kozmopolit çevresine inhisar ettirmeyip bütün memleket hayatından almakta idik (...). Gerek Refik Halit’in gerek benim üslubum daima sadeliğe doğru gelişmekte idi ve bir gün gelecek, Genç Kalemler dergisinde Yeni Lisan denilen ağdasız ve temiz Türkçe’nin en munis örneklerini vermek - en az o derginin başyazarı Ömer Seyfettin kadar - bize nasip olacaktı ve yine günün birinde, bu cereyanın en büyük önderi Ziya Gökalp, eski edebiyatçıların da bulunduğu ber mecliste, kendisine: "Üstadım, lisanımızdan Farisi ve Arabi kaidelerine göre yapılan terkipleri çıkarıp atalım, mütalaasında bulunuyorsunuz. Fakat, şimdiye kadar genç ediplerimiz arasında bu şekilde yazı yazmaya kim muvaffak olabilmiştir? sualini soran Cenap Şahabettin’e, parmağının ucuyla beni göstererek: ’İşte bu!’ diyecekti."

Bu benzeşmede en önemli etken adı geçen sanatçıların gerçekçilik anlayışında birleşmiş olmalarıdır. Sözgelimi Ömer Seyfettin de, Yakup Kadri de Maupassant’dan etkilenmişlerdir. Ayrıca savaş yılları, önce Balkan, ardından I. Dünya Savaşlarının yarattığı koşullar siyasal çözüm arayışlarıyla birleşerek yazını da ulusallaşmaya itmiştir. 1920’lere gelirken, Milli Edebiyat akımı, şiirden öykü ve romana, kuramsal yazılardan yazın araştırmalarına, bütünüyle egemen bir akım görünümündedir. Ama artık, başlangıçtaki ideolojik içeriğinden, Turancılık ülküsünden soyulmuş olarak. Yalın bir dille yazma, konularını yaşamdan, ülke gerçeklerinden seçme ve ulusal kaynaklara yönelme ilkelerinde birleşilmiştir.

Öyle bir bütünleşmedir ki bu, anılan akım içinde İslamcı, Osmanlıcı ve gelenekçi eğilimlerden bireysel eğilimlere dek çeşitli görüşlerde sanatçılara rastlamak olasıdır. Örneğin, Mehmet Akif de, Yahya Kemal de, yazın tarihi araştırmalarında aynı bağlamda ele alınmaktadırlar bugün. Belli bir akımın belli bir döneme damgasını vurmasının sonucudur bu. Artık söz konusu olan Milli Edebiyat akımı kavramı değil, Milli Edebiyat dönemidir. Oysa konuya yazın akımları açısından bakıldığında Milli Edebiyat kavramı altında topladığımız sanatçıları değişik kümelere ayırmak gerekmektedir. Bu ayırmada ölçü, bağlanılan dünya görüşüdür.

İslamcı Mehmet Akif Ersoy, anlaşılır bir dille yazmayı benimsemesine, aruzla yazdığı şiirlerinde günlük konuşma dilini başarıyla kullanmasına ve gerçekçi bir tutumla yaşama açılmasına karşın, hem batıcılara, hem de Türkçülere bütünüyle karşıdır. Meşrutiyet döneminde batıcılığın en güçlü temsilcisi Tevfik Fikret’in usçuluk (rationalisme) ve gerekircilikle (determinisme) beslenen, bir yanıyla Tanrıtanımazlığa atheisme) ulaşan düşüncelerini eleştirir. Bir İslam düzeltimcisi olduğu için de Türkçülerle çatışır. "Kavim fikri"dir karşı olduğu. Milli Edebiyat akımının belirleyici kavramları olan ulus, ulusallık sözcükleri yoktur onda. Belerleyici kavramı ümmettir.

Yahya Kemal ise bir başka bileşimin ardındadır. Temelde Osmanlıca ve gelenekçidir. Tanpınar’ın deyişiyle, "Ona göre Türkçülük davası, Türkiye meselesidir. 1071’deki malazgirt zaferiyle yeni bir vatanda, yeni bir millet doğmuştur. Bu milletin dil ve kültürü bu yeni vatanın malıdır." Böylece,   tarih anlayışı onu Osmancılıkla Türkçülüğün bileşimine götürür. Mallarme, Valery gibi Fransız ozanlarına bağlayabileceğimiz sanat anlayışı bu görüşleriyle birleşerek neo klasik bir şiiri geliştirmesine yol açar.

Üçüncü belirgin çizgi Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın girişimlerine bağlanabilir. Ulusal kaynaklara dönüşü, halk yazınını, özellikle tarikatlar ve tekkeler çevresinde gelişen yazını örnek almak biçiminde yorumlar Rıza Tevfik. Daha önce Mehmet Emin Yurdakul’u kullandığı, Türkçülerin elinde basit bir "parmak hesabı" olan hece ölçüsü onun girişimiyle değişik bir boyut kazanır. Gerek halk yazınında derlediği, gerekse yazdığı koşma ve nefeslerle hece ölçüsünün değişik kullanım biçimlerinin örneklerini verir.

Bu çeşitli arayışların, öz ve biçimde ayrı eğilimler taşımakla birlikte, daha önce sözünü etiğim ana ilkeler çevresinde birleşip Milli Edebiyat kavramı altında toplanmaları 1917’yi izleyen yıllarda gerçekleşmiştir. Ziya Gökalp’ın 1917’de çıkardığı Yeni Mecmua dergisiyle sağlanır bu bütünleşme. İttihat ve Terakkice desteklenen dergide dönemin hemen bütün bellibaşlı sanatçıları görünürler. İttihat ve Terakki’ye karşı olduğu için sürgünde bulunan Refik Halit Karay, Ziya Gökalp’ın girişimiyle bağışlanarak İstanbul’a getirtilir ve dergide yazması sağlanır. Milli Edebiyat akımını başlatanların egemen ideolojisi Türkçülük aşılmıştır artık. Yine Ziya Gökalp, bir yapıtının adıyla varılan bileşimi şu sav sözle özetler: Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak. Günümüzde yapılacak bir değerlendirmede, 1908-1923 yılları arasında gelişen ve Cumhuriyet sonrasına da sarkan Milli Edebiyat akımının genel bir kavrama dönüşerek bir dönemde bütün Türk yazınını kapsaması, ideolojik alandaki bu geçişe bağlanmalıdır. Birbirine karşıt, giderek tepki olarak doğmuş ideolojilerin birleştirilmesi, yazında da değişik eğilimlerin ana ilkelerde birleşmesini doğurmuştur.

Mısra ve Özellikleri

Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir.

Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen, dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da şah-mısra denir.

Mevlid ve Özellikleri

Hazreti Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan yapıtlardır. Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu isimle bilinir. Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş, halkın anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid Ebu’l-Cevzi tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman Çelebi’nin eseri olan Vesiletü’n-Necat’tır.

Mesnevi Türü ve Özellikleri

Özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan şiir biçimidir. Arapçada "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10’uncu yüzyılda İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatına girişi 11’inci yüzyılda Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar. Her beytinin ayrı uyaklı olması yazma kolaylığı sağlar. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır.

Mesnevi bir eser başlıca tevhid, münacat, na’t, miraciye bölümlerinden oluşur. Mesneviler aşk mesnevileri, dinsel-tasavvufi mesneviler, ahlaksal ve öğretici mesneviler, savaş ve kahramanlık konusunu işleyen gazavatnameler, bir kentin güzelliklerini anlatan şehrengizler ve mizahi mesneviler diye ayrılabilir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin altı ciltlik tasavvufi yapıtı da "Mesnevi" adını taşımaktadır.

Mersiye ve Özellikleri

 Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış manzum mersiyeler de vardır.

Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî, Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir. Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır.

Medhiye

Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir.

Mecaz Sanatı ve Özellikleri

Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır.

Örneğin:

Kandilli yüzerken uykularda

Mehtabı sürükledik sularda

Yahya Kemal Beyatlı

Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçlendirme, güzelleştirme, anlamlandırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir.

Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.

Masal Türü, Özellikleri

Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindirella, Çizmeli Kedi gibi sözlü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.

Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.

Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.

Güldürücü masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.

Zincirleme masallarda sıkı bir mantık bağıyla birbirine bağlanan, küçük ve önemsiz bir dizi olay art arda sıralanır.

Olaylar ve kişiler olağanüstü özellikler taşırlar ve tamamen hayal ürünüdürler.

Yer ve zaman belirsizdir. (zamanın birinde, peri padişahının ülkesinde gibi)

Gerçek amacı eğitmek, öğretmek, ders vermektir.

Genelde “-miş” li geçmiş zaman kullanılır.

Evrenseldir.

Çocukların eğitiminde etkilidir.

Hayal gücünü geliştirir.

Bölümleri:

        Tekerlemeyle başlar.

        Serim: Kişi ve olayların tanıtılması.

        Düğüm: Merakın doruklara ulaşması.

        Çözüm: Rahatlama. Kötülerin cezalandırılması, iyilerin ödüllendirilmesi.

Makteli Hüseyin

Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir üslupla yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir.

Makale Türü, Özellikleri

Yazarın belli bir konuda, genellikle günlük politika ile ilgili görüşlerini dile getirdiği kısa metinlerdir. Makale, asıl gazetelerin yaygınlaşması ve gelişmesiyle kendini gösteren bir edebi türdür. Yazar bu kısa yazılarda çeşitli konulara ilişkin kişisel görüş eleştiri ve önerilerini sıralayabilir. Ya da politik veya toplumsal sorunlara değinebilir. Konular politikanın yanı sıra, bilim, dil, kültür gibi yazarın tercih ettiği herhangi bir alan da olabilir. Makalenin amacı, açıklama, eleştiri, tanıtım, bilgilendirme de olabilir. Ama genellikle eleştirel tutum ön plandadır. Makaleler, günlük yazıldıktan sonra bir araya getirilerek makale kitapları şeklinde yayınlanabilir.

Kısaca Makalenin Özellikleri:

- Öğretici ve aydınlatıcı

- Bir görüşü açıklamak, belirtmek veya desteklemek için yasılan.

- Bir bütünlük gösterir

- Dergi ve gazetelerde yayımlanır

- Temel olan düşüncedir

- Güncellik

- Benimsetmek için belgelerden, sayısal verilerden, inceleme  ve araştırmalardan yararlanma.

- Nesnellik, gerçeklik, inandırıcılık.

- Giriş, gelişme, sonuç kompozisyondaki gibidir.

- Bilimsellik

- Sanat, bilim, siyaset gibi toplumu ilgilendiren konular.

- Kanıtlamak ve kesin sonuçlara varmak amaçlanır.

Lugaz

Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur. Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır. Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.

Örnek:

Nedir kim ol iki yüzlü münâfık

Nümâyan çihresinde levn-i âşık

Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır

Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır

(Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.)

Lirik Şiir, Özellikleri

Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda "lir" denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır. Tanzimat döneminde de bir saz adı olan "rebab" dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir. Divan edebiyatında  gazel, şarkı; Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma, semai lirik şiire girer.

Örnek

Kara dutum, çatal karam ,çingenem

Nar tanem , nur tanem , bir tanem,

Ağaç isem dalımsın salkım saçak

Petek isem balımsın oğulum

Günahımsın vebalimsin .

Dili mercan , dizi mercan, dişi mercan

Yoluna bir can koyduğum,

Gökte ararken yerde bulduğum

Karadutum ,çatal karam çingenem

Daha nem olacaktın bir tanem?


Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

Letrizm Akımı, Özellikleri

BATI EDEBİYATINDA

Öncülüğünü Romen asıllı şair Isidore Isou'nun yaptığı, 2’nci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir akımdır. Şiirde en küçük birim olarak sözcükleri değil harfleri temel alır. Bu yolla da yeni bir şiir ve yeni bir müzik yazmayı amaçlayan bir karşı-akım niteliğindedir. Isou’ya göre, "harf olmayan ya da harf olmayacak hiç bir şey tinsel olarak da var olamaz."

Harfçilik, edebiyatın yanısıra sinemayı, dansı, müziği ve resmi de etkilemiştir. Çıkış noktaları, "sesleri, sözcükleri, imgeleri aynı anda topluca bir araya getirecek yeni anlatım yollarının araştırılması"dır. Francois Dufrene, Maurice Lemaitre gibi şairler bu akımın önemli isimleridir.

Leffü Neşr Sanatı, Özellikleri

Birinci mısrada toplanan en az iki kavramın ikinci mısrada bir benzerinin söylenmesine denir.

Veya: Bir dizede iki ya da daha fazla kavramdan bahsettikten sonra diğer dizede onlarla ilgili açıklama yapmaktır.

Leff-ü Neşr Örnekleri:

* Biz denizde kaptan,ovada çiftçi,şehirde esnaf olan,

   Biz gemi yürüten,tarla süren,alış-veriş yapan.

* Bakışların fırtına,

   Duruşun durgun su,

   Biri alabora eder,

   Biri boğar.

 * Gönlümde ateştin,gözümde yaştın,

    Ne diye tutuştun, ne diye taştın.

* Ben bir sedefim,sen nisan bulutu,

   Ver damlaları,al yuvarlak inciyi.

Kutadgu Bilig ve Özellikleri

 Dönemin ilk edebî eseridir. Aynı zamanda ilk siyasetnamedir.1070 yılında Balasagunlu Yusuf tarafından Karahanlılar devrinde yazılmış ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur. (Eseri beğenen hükümdar bunun üzerine Yusuf’a Has Hacip’lik unvanı vermiştir.) Eserin adı “Mutluluk Veren Bilgi” anlamındadır.

Mesnevi nazım şekliyle ve ­²²/­²²/­²²/­² (Şehname vezni) vezin kalıbıyla yazılmıştır. 6600 beyittir. Ayrıca 173 tane de dörtlük vardır.

Beyit nazım birimiyle yazılmıştır; ancak dörtlük nazım birimi de kullanılmıştır. Aruz ölçüsüyle yazılmış ilk eserimiz kabul edilir. Didaktik (öğretici) bir nitelik taşır. Bir ahlâk ve öğüt kitabıdır. Hükümdara siyası öğütlerde bulunur.

Eserde sembolik bir anlatım vardır. Hükümdar Kün Toğdı: Adaleti, Vezir Ay Toldı: İyi yönetimi, Vezirin Oğlu Ögdilmiş: Aklı, Vezirin Kardeşi Odgurmış: Öbür dünyayı temsil eder.Eser Hakaniye (Çağatay) Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Dili oldukça sadedir.

Köye Yöneliş Akımı

 Şiirde olduğu gibi öykü ve romanda da asıl dönüm noktası 1930’lardadır. Sadri Ertem Resimli Ay’da yayımlanan (1928) öykülerine Vakit gazetesinin ekinde yenilerini ekleyerek (1930-31) toplumcu gerçekçiliğe yönelen yazının ilk örneklerini verirken, Almanya’dan dönen Sabahattin Ali de yine Resimli Ay’da bu yoldaki ilk öykülerini yayımlar.

Ama bu dönemde, ne Vakit gazetesinde Sadri Ertem’in çevresinde toplanan Bekir Sıtkı Kunt, Reşat Enis Aygen gibi gençlerin, ne de Sabahattin Ali’nin toplumcu gerçekçiliği başarıyla uyguladıkları söylenebilir. Birinciler eleştirel bir tutumu gerçekleştirseler de gözlemciliği aşamazlar. Sabahattin Ali’nin gerçekçiliği ise coşumculuğun izlerini taşır.

Gözlemci tutumu, yalın anlatımıyla Memduh Şevket Esendal her iki çizgiye de bağlanmaz. Ama öykülerini yayımladığı 1925’ten sonra 1942’ye kadar siyasal konumu nedeniyle susmak zorunda kalışı yazındaki gelişmelerin dışına iter onu. Bu susuş, "edebiyat yapmak"tan kaçınan dil tutumu, olaydan çok bir durumu sergilemeyi amaçlayan öykü anlayışı ve anlattığı kişilere sevgi dolu yaklaşımı göz önünde tutulursa, gerçekçilik çizgisindeki öykücülüğümüz adına bir kayıptır. CHP Genel Sekreterliğinden ayrıldıktan (1942) sonra yeniden öykü yazarı olarak görünürse de aşılmıştır artık. Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçi çizgiyi geliştirmiş, toplumsal sorunlardan çok aydın bireyin, küçük adamın dünyasına yönelen duyarlığıyla Sait Faik yeni bir öykü anlayışı getirmiştir.

II. Dünya Savaşı yıllarında Reşat Enis, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Cevdet Kudret gerçekçi çizgide ürün verirlerken, Abdülhak Şinasi Hisar, geçmiş özlemiyle yüklü, bireyci yapıtlarıyla belirir. Ama toplumsal karşıtlıkların su yüzüne çıktığı, toprak reformu tartışmalarının tek parti yönetiminde bölünmelere yol açtığı bir geçiş dönemidir yaşanan. Yazın da toplumsal, siyasal oluşumların dışında kalamaz doğal olarak. Üstelik yeni yetişen kuşak, iktidarla devleti özdeş görmemekte, iktidara karşı çıkabilmektedir artık. Bu karşı çıkış, köy ve köylüden başlayarak dönemin Türkiyesi’nin hemen bütün toplumsal sorunlarının gündeme getirilmesine yol açar. Çok partili döneme geçişi izleyen yıllarda ve 1950’lerde ise köye yöneliş egemen bir tutum olarak görünür.

Temelde bir akım sayamayacağımız, ama toplumcu gerçekçi çizgide bir çığır görünümünü alan bu yöneliş, Köy Enstitülü sanatçılarla, köy kökenli ya da köyü yakından tanıyan yazarların birbiri ardına ürün vermeleriyle yaygınlaşmıştır. Mahmut Makal’ın köy notlarını topladığı Bizim Köy’ü (1950), öğrenim yıllarında hemen hepsi şiirle yazına giren Köy Enstitülü yazarları benzeri örnekler üretmeye iter. Bunu 1954-1955 yıllarında Orhan Kemal (Bereketli Yapraklar Üzerinde), Yaşar Kemal (İnce Memed, Teneke) ve Kemal Tahir’in (Sağırdere) köye toplumcu bir bakış açısıyla yaklaşan yapıtları izler. 1960’a gelirken, Reşat Enis, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz, İlhan Tarus, Orhan Hançerlioğlu, Talip Apaydın, Sunullah Arısoy, Necati Cumalı, Fakir Baykurt gibi sanatçıların öykü ve romanlarıyla köyü konu alan zengin bir yazın oluşmuştur.

Yanlış bir deyimlemeyle köy romanı olarak anılan bu dönem yapıtlarında, en çok kalıplaşmış bir tiplemeye gidilmesi eleştirilmiş, kimi öykü ve romanlarda bölgesel konuşma özelliklerine, ağıza yer verilmesi anlatım dili olarak yanlış bulunmuştur. Gerçekten, bu yapıtlarda basmakalıp tipler yinelenmiş, köyün ve köylünün sorunlarına, bir bakıma bilimsellikten uzak coşumcu çözümler getirildiği ya da gerçekliğin yanlış kavrandığı olmuştur. Ama ne kötü örnekler, ne de bakış açısının gelişmememişliğinden doğan yetersizlikler, köy konu edinen yazını olumsuzlamaya yetmez. Bu yapıtlarla, en azından köy ve köylü gerçek boyutlarıyla yazınımıza girmekle kalmamış, toplumcu gerçekçi çizgide de bir aşama geçilmiştir. Nitekim 1960’tan sonra düşünsel ortamın gelişimine bağlı olarak yazının da toplumsal gerçekliği daha bilinçli bir bakış açısıyla kavramaya çalıştığı, yazınsal birikimi değerlendirerek kendini aştığı görülür.

Koşuk ve Özellikleri

- Hece vezni ve yarım kafiye ile söylenen şiirlerdir.

- Kopuz eşliğinde söylenir.

- Yiğitlik, aşk, tabiat konularını işler.

- Nazım birimi dörtlüktür.

-  Bu şiirlerde düz kafiye kullanılır: aaaa, bbba, ccca… (aaab cccb dddb)

-  Bu şiirlerin İslâm sonrası halk edebiyatındaki adı koşma’dır.

-  Sığır denilen sürek avlarında söylenen lirik şiirlerdir.

Klasizm Akımı

Batı Edebiyatında Klasizm

Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir.

Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir. Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir.

Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma aristokrasinin akımıdır.

Türk Edebiyatında Klasizm

Türk edebiyatı Batı’ya açıldığında klasisizm dönemini tamamlamıştır. Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi olmamıştır.

Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi, La Fontaine’den yaptığı çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den çevirileri, bu anlayışın ürünleri olarak sıralanabilir.

Klasik Türk Edebiyatı

 Divan Edebiyatı başlangıçta iki yabancı gelenek olan Arap-Fars (özellikle Fars) edebiyatları geleneğine dayanarak kurulmuş, zaman içinde taklidi aşan Osmanlı terkibi ve üslûbuna ulaşarak millî edebiyat hüviyetini kazanmıştır. Klâsik Türk edebiyatı gibi Batı tesirinde gelişen Türk edebiyatı da zamanla kendi benliğini kazanmıştır. Doğuş ve gelişme serüvenleri birbirine benzer. İslâmîyet’in yerleşmesi sürecinde oluşmaya başlayan bir edebiyattır. Bundan dolayı konuları arasında din, Allah, peygamber, tasavvuf vb. önemli bir yer tutar.

13-19. yüzyıllar arasında ürün veren bu edebiyata şairlerinin şiirlerini “divan” adı verilen yazmalarda toplamaları dolayısıyla Divan edebiyatı denir. Bu edebiyat, medrese kültürüyle yetişen aydın şairlerin Arap ve İran edebiyatını örnek alarak oluşturdukları klâsik bir edebiyattır. Zamanla bu taklit sona ererek özgünlük yakalanmıştır.

Klâsik Türk edebiyatı, eski Türk edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı diye de adlandırılır. Aydın tabaka, yüksek zümre edebiyatı denmesinin sebebi bu edebiyatı yapanların ve ona ilgi gösterenlerin seçkin çevrelerden oluşu olarak gösterilir. Bu bir iddiadan öteye gitmiş değildir. Klâsik edebiyatta nesirden çok nazım önemlidir. Nesirde de nazım unsurları (seci, ahenk vb) kullanılmıştır. Nesirdeki dil nazma göre daha anlaşılmazdır. Bu edebiyatta şekil ve muhteva bakımından belirli kalıplar vardır: güzellik anlayışı, mecazlar… Tezkireler, şairlerin hayatlarını anlatan ve şiirlerinden örnekler veren eserler olarak bu edebiyatın tarihinin ve başarısının vesikalarıdır.

Divan Şiirinin Başlıca Özellikleri

Divan şiirinin kökleri İslâm öncesi Arap şiirine dayanır. Bu şiir tarzı İslâmiyet’ten sonra, bu dine giren çeşitli milletlerin katkısı ile önce Arapça’da, daha sonra Farsça ile Doğu ve Batı Türkçelerinde, en sonra da Hint Müslümanlarının yazı dili olan Urduca’da gelişmiştir. Nazım birimi genel olarak “beyit”tir. Dört ve daha fazla dizeden oluşan bentler de kullanılmıştır. Ölçü aruz ölçüsüdür. Son zamanlarında az da olsa hece kullanılmıştır. Tuyuğ ve şarkı hariç bütün nazım şekil ve türleri Fars edebiyatı aracılığıyla Arap edebiyatından alınmıştır. Kelime ve kelime grupları yönünden Arapça ve Farsça’dan oldukça çok etkilenmiştir. Süslü, sanatlı ve ağır bir dil kullanmışlardır. Redif ve kafiyeye önem verilmiştir. Göz için kafiye esastır, tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.

Şiirlerin (kasideler ve mesneviler hariç) belli bir adı yoktur. Şiirin sonunda şairin mahlası (takma adı) geçer. Nazım şekil ve türleri kesin sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Şiirlerde genellikle konu bütünlüğü olmadığı gibi bütün güzelliğine değil parça güzelliğine önem verilir. Kısmen kasidede ama özellikle mesnevilerde konu bütünlüğü vardır. Sanat için sanat ön plândadır.

Anlam da söyleyiş de son derece önemlidir. Bu yüzden söz sanatları bolca kullanılmıştır. Konular genellikle gerçek hayattan uzaktır. Aşk, sevgili, ölüm, ıstırap, şarap, övgü ve din gibi konular en çok işlenen konulardır. Soyut konular işlenir. Duygu ve düşünceler, kalıplaşmış “mazmun”larla anlatılır. Fikirler ve duygular neredeyse ortaktır. Boyun servi; kaşı keman; çenenin elma; ağzın nokta oluşu her şairde aynıdır.

Divan şairlerinin müstakil dünya görüşleri ve felsefeleri yoktur. Hepsi aynı fikirleri değişik bir biçimde söylemişlerdir. Divan şairleri Fars edebiyatının üstatlarına yetişmeyi hedefleyip zamanla onları geçtikleri gibi birbirlerine de benzemeye çalışmışlardır. Bundan dolayı nazirecilik geleneği oluşmuştur. Şairin kişiliğini ve büyüklüğünü, söyleyiş orijinalliği ve güzelliği sağlar. Divan şairi daima aşıktır. Bu aşk onulmaz dert olmakla beraber şair bu dertten memnundur, onlara göre bu derdin dermanı gene bu derdin kendisidir. Hatta zamanla beşerî aşk yerini Allah aşkına bırakır. Bu sebeple âşık mecazî sevgilisine kavuşmak istemez. En başarılı ve tanınmış divan şairleri Baki, Fuzuli, Nedim ve Nefi’dir.

Divan Nesri

Divan edebiyatında nesre inşa, nesir yazana münşi, nesirlerin toplandığı eserlere münşeat denir. Nesir türündeki eserler; tarihler, münşeat, tezkireler; ilmî, dinî ve ahlâkî eserlerdir.

Divan nesri üç bölümde incelenir:

Sade Nesir

Halk için yazılan sade anlatımlı nesirlerdir. Bu nesirle halka yönelik masal, efsane, öykü, destan, dinî ve tasavvufî konular anlatılır. Aşıkpaşazade Tarihi, Mercimek Ahmet’in Kabusname’si, Kul Mesut’un Kelile ve Dimne çevirisi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si bu nesrin önemli örnekleridir.

Orta Nesir

Tarih ve bilim kitaplarında gördüğümüz nesirdir. Ustalık göstermek amacı güdülmediği hâlde dili sade nesirden ağırdır. Katip Çelebi’nin bazı eserleri ve Naima’nın kendi adıyla anılan tarihi bu nesre örnektir.

Süslü ve Sanatlı Nesir

Seciler (düz yazıda kafiye), söz ve anlam sanatları, bağlaçlarla uzayıp giden cümleler bu nesrin ayırıcı özelliğidir. Dili, yabancı söz ve tamlamalarla yüklüdür. Sanatçı bu nesirle ustalığı göstermeye çalışır. Süslü nesir, ahlâk ve felsefe konularını işler ve bazı mektuplarda görülür. Sinan Paşa’nın Tazarruname’siyle Veysî ve Nergisî’nin nesirleri bu türün örnekleridir.

Nesir Türleri


Münşeat: Mektuplar ve düzyazı örnekleri.

Tarih: Tarihî olayları anlatan eserler. Örn: Naima, Neşrî…

Siyer: Peygamberimizin hayatı ve savaşları.

Tezkire: Çeşitli sınıftan meşhur insanların, özelikle şairlerin biyografileri. Örn: Ali Şir Nevai, Mecalisün-nefais; Lâtifî, Tezkire; Sehî, Tezkire; Kınalızade Hasan Çelebi, Tezkiretüş-şuara…

Surname: Büyük düğün törenleri.

Gazavatname: Çeşitli kahramanların savaşları.

Seyahatname: Gezi yazıları Örn: Evliya Çelebi, Seyahatname (17. yy.).

Hilye: Peygamberimizin iç ve dış özellikleri.

Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatı
 
13. yy

- Hoca Dehhanî:  İlk divan şairi olarak kabul edilir. Din dışı konularda ve lirik şiirler yazmıştır. Aşk en önemli temadır.

 - Sultan Veled:  Mevlevilik tarikatinin kurucusu ve Mevlânâ’nın oğludur.

- Şeyyad Hamza:  Lirik şiirleriyle tanınır.

14. yy.

- Ahmedî:  Din dışı ve şiirleri vardır. Divan şiirinin ilk başarılı şairi kabul edilir. Eserleri: Cemşid ü Hurşid (mesnevî), İskendername (mesnevî), Divan…

- Nesimi:  Tasavvufî ve lirik şiirleriyle, özellikle tuyuğlarıyla tanınır. Şiirleri coşkulu ve akıcıdır. Azerî Türkçesi ile yazmıştır. Sonraki şairleri de etkilemiştir. Divanı vardır.

- Âşık Paşa:  Garipname’si meşhurdur.

15. yy.

- Şeyhî:  Harname adlı mesnevisi ünlüdür. Mesnevi hiciv türündedir. Hüsrev ü Şirin adlı bir mesnevisi daha vardır. Bir gazel şairidir. Asıl mesleği hekimliktir.

- Süleyman Çelebi:  Mevlid’i ünlüdür.

- Necatî Bey

- Ahmet Paşa

- Ali Şir Nevaî:  Çağatay şairidir. Eserlerini Çağatay Türkçesi ile yazmıştır. Lirik şiirleri vardır. Çok sayıda eser vermiş önemli bir şairdir. Otuza yakın eseri vardır. Edebiyatımızdaki ilk şairler tezkiresi olan (biyografi) Mecalisü’n-Nefais ona aittir. Hamse’si de ünlüdür. Muhakemetül-lûgateyn adlı eseri ünlüdür. Eserde Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırarak Türkçe’yi üstün tutmuştur. Eseri, o dönemde Türkçe’nin ikinci plâna itilmesine tepki olarak ve yeni yetişen şairlere Türkçe’nin de üstün bir şiir dili olduğunu kanıtlamak için yazmıştır.

16. yy.

- Bakî (1526-1600):  Divan şiirinin üstatlarındandır. Kanunî döneminin ihtişamı onun şiirlerine de yansımıştır. İyi bir medrese eğitimi almıştır. Çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Kadılık görevlerinde bulunmuştur. Çok istediği şeyhülislâmlık mertebesine gelememiştir. Rindane gazel şairidir. Dünya zevkini, hayattan kâm almayı prensip edinmiştir. Daha çok din dışı konuları işlemiştir. Aşk, tabiat, devrin zenginliği şiirlerinin konularıdır. Şiirlerinde tasavvufa da yer vermiştir. Ahenkli bir dili vardır. söyleyişe önem vermiştir. Söz sanatlarını da başarıyla kullanmıştır. Sultanuş-şuara unvanını kazanan şair, divan şiirini İran şiiri seviyesine yükseltenlerdendir. Divanının yanı sıra başka eserleri, nesirleri de vardır. Kanunî Mersiyesi meşhurdur.

- Fuzulî (1495-1556):  Divan edebiyatının en büyük şairi olarak kabul edilir. O bir gazel şairidir. Bağdatlıdır. Kerbelâ’da yaşamış, türbedarlık yapmıştır. Hayatı sıkıntılar içinde geçmiştir. İyi bir eğitim görmüş, Arap ve Fars dillerini öğrenmiştir. Şiirlerini Âzerî Türkçesi ile yazmıştır.

-Tasavvuf ve aşk şiirinin vazgeçilmez konularıdır. Onun aşkı mecazî aşk değil hakikî aşktır. Mecazî aşkı -tasavvuf anlayışına uygun olarak- hakikî aşka bir köprü olarak kullanmıştır. Aşk acısından hoşnuttur. Derman istemez. Kavuşmayı da istemez. Çünkü bilir ki derman ve kavuşma aşkı bitirecektir. Istırabın yanında rintlik de vardır şiirlerinde. Fuzulî ilme çok önem verir. İlimsiz şiirin temelsiz duvara benzediğine inanır. Mesnevi dalında da Leylâ vü Mecnun’u meşhurdur. Leylâ ile Mecnun aşkını en içli bu eser dile getirmiştir denilebilir. Eser daha sonra yazılan ve aynı adı taşıyan eserlere örnek ve esin kaynağı olmuştur. Şikâyetname, onun hiciv türünde yazdığı bir mektuptur. Türk edebiyatında hicve de mektuba da önemli bir örnektir. Eserleriyle sonraki divan ve bazı halk şairlerine önderlik etmiştir. Türkçe ve Farsça divanının yanında Leylâ vü Mecnun (mesnevi), Hadikatüs-süeda, Beng ü Bade, Şikâyetname, Sakîname (Heft Cam), Tercüme-i Hadis-i Erbain, Rind ü Zahid, Sıhhat ü Maraz, Muamma Risalesi, Matlaul-itikad, adlı eserleri ve Türkçe mektupları vardır.

- Bağdatlı Ruhî:  Sosyal aksaklıkları işleyen Terkib-i Bend’i en önemli eseridir.

17. yy.

- Nef’î (1575-1633):  Erzurum doğumludur. İyi bir medrese eğitimi almıştır. Şiirde sözün gücüne, yani şairaneliğe önem vermiştir. Ona göre söyleyiş ve ses unsuru son derece önemlidir. Dili oldukça ağırdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları fazlaca kullanmıştır. Fakat dili akıcıdır. Divan edebiyatının en önemli kaside şairidir. Şöhretini kasideleri ile sağlamış, şairaneliğini kasideleriyle ortaya koymuş, kendini en mübalâğalı şekilde kasidelerinde övmüştür. Ölçü tanımayan bir şairdir. Överken göklere çıkarır, yerdiğinde de adeta yerin dibine geçirir. En önemli eseri divanıdır. Siham-ı Kaza eserinde hicivlerini toplamıştır.

- Nabî:  Hikemî şiirin öncüsüdür. Didaktik şiirleriyle ünlüdür. Yaşadığı dönemin (gerileme dönemi) etkisiyle toplumun aksayan yönlerinden hareketle öğüt verici şiirler yazmıştır. Hayrabat ve Hayriye mesnevileriyle divanı vardır.

18. yy.

- Nedim (1680-1730): Lâle devri şairidir. Bir gazel şairidir. Şarkıda da en önemli isim odur. Devrin zevkini ve eğlencesini şiirlerinde işlemiştir. Şiirlerinde zevk, safa, çapkınlık (seviyeli), nükte, zarafet, aşk, şarap, tabiat, neşe ve musikî bir aradadır. Dinî konulara hiç yer vermemiştir. Şiirde divan edebiyatının katı kurallarının dışına çıkarak mahallileşme cereyanını başlatmıştır. Şiire halk ruhunu, deyimlerini, zevkini, coşkusunu, İstanbul’u ve İstanbul Türkçesini şiirlerine yansıtmıştır. Dili yalın, açık, ahenkli ve akıcıdır. Söz sanatlarını da başarıyla kullanmıştır. En önemli eseri divanıdır.

- Şeyh Galip (1757-1799):  Divan edebiyatının son büyük üstadıdır. Mevlevî şeyhlerindendir. Dili süslü ve ağırdır. Şiirlerinde musiki önemlidir. Sebk-i Hindî tarzının temsilcisidir. Başlıca eserleri divanı ve sembolik bir aşk hikâyesi olan Hüsn ü Aşk’ıdır. Hüsn ü Aşk tasavvufî bir eserdir. Devir nazariyesini, Allah aşkını, tarikat felsefesini bu eserinde işlemiştir. Hüsn-i mutlak olan Allah’ı ve onun güzelliğini bulma yolundaki âşığın başına gelebilecekleri anlatmıştır.

Kinaye Sanatı ve Özellikleri

Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok. Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam).

Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik kinaye) adı verilir.

Örnek:

Bulamadım dünyada gönüle mekan

Nerde bir gül bitse etrafı diken

Sümmanî

Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor. Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem uzak kinaye yapıyor.

Kıyafetname, Kıyafetnamenin Özellikleri

İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına "kayif" ya da "kıyafetşinas" adı verilir.

Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği Hamdullah Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yer alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir örnektir.

Kıssa, Özellikleri

Öğüt verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa adı verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya da kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir. Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır. Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha sadedir.

Kırk Hadis

Belli bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara verilen isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir. Hadislerin belli başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları, Hazreti Muhammed ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim ve bilgin, siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan edebiyatında hat kaygısıyla yazılmışlardır.

Kaside, Özellikleri

Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:

Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.

İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah konuya uygun ve nükteli olmalıdır.

Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir.

Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir.

Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över.

Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir.

Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat, methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "tac beyit" denir.

Kafiye Çeşitleri

UYARI: Kafiye bulunmadan önce mısraların, dizelerin sonlarındaki aynı görevli kelimeler, ekler (REDİF) atılmalı ve ondan sonra kafiye bulunmalıdır.

Kafiye: Mısra sonlarında, farklı kelimelerdeki ses (harf) benzerliğine kafiye denir.

Kafiyenin oluşabilmesi için mısra sonundaki kelimelerde şu özellikleleri aramak gerekir:

a) Ses benzerliği olan kelimelerin farklı kelimeler olması gerekir.

b) Ses benzerliği olan kelimelerin yazımının aynı olması gerekir.

Altın da bir pula olur mu kabil

Ehli ile konuş olasın ehil

Cahille konuşma olursun cahil

Kişi ayarından düşer mi düşer

Yukarıdaki şiirde 'il' seslerinde kafiye vardır. Ses benzerliğindeki seslerde, ses sayısının artmasına göre kafiye çeşitli kısımlara ayrılır:

a) Yarım Kafiye:

Mısra sonlarında tek ses benzeşmesine dayanan kafiye türüdür. Aslında, bu benzeşmenin sessiz harflerde olması gerekir. Halk edebiyatında yarım kafiye çok kullanılmıştır.

Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin eve dönsek de

b) Tam Kafiye:

Mısra sonlarında iki sesin benzeşmesine dayanan kafiye türüdür.

Nasihatim sana: Herzeyle iştigali bırak

Adamlığın yolu nerdense bul da girmeye bak

c) Zengin Kafiye:

Mısra sonlarında üç ve daha fazla sesin benzeşmesiyle meydana gelen kafiye çeşididir.

Yine başladı yolculuk

İnsanlar yudumlayacak soluk soluk

Not (1) : Kafiye olan sesli harflerin üzerinde uzatma işareti '^' varsa, bu sesliler tek ses değil iki ses olarak kabul edilir ve buna göre de kafiye türü değişir.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fe

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühe

Cânı cananı bütün varımı alsın da Hü

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cü

                                            'da' seslerinde tam değil, zengin kafiye vardır.

Not (2) : Tunç kafiye olarak adlandırılan kafiye türünü bazı edebiyatçılar kabul ederken, bazıları da kabul etmez. Bu sebeple Tunç kafiye kimi kitaplarda anlatılırken kimi kitaplarda hiç değinilmez. Fakat çoğuedebiyatçı bunu farklı bir kafiye türü olarak kabul etmez ve Zengin kafiyeye dahil eder.

Her şey akar su, tarih, yıldız, insan ve fikir

Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir

                         Buradaki “kir” sözcüğü ve ekine zengin kafiyedir diyenler de vardır.

Farklı bir kafiye türü olmadığını kabul etmemekle birlikte bu kafiyenin de tanımını bilmekte yarar var:

Tunç Kafiye:

En az üç sesten oluşan bir ya da daha çok kelimenin diğer mısraların içinde geçmesiyle oluşan kafiye türü olarak tanımlanır.

İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya

Bir yanda akan benim öbür yanda sakarya

               mısralarında bu özellik görülebilmekte ama zengin kafiyeden bir farkı olmadığı açık..

d) Cinaslı Kafiye:

Okunuşları ve yazılışları aynı (eşsesli) ancak anlamları farklı olan kelimelerle yapılan kafiye çeşididir. Tunç kafiye sesteş kelimelerle yapılır.

Niçin kondun a bülbül

Dalımdaki asmaya

Ben yarimden vazgeçmem

Götürseler asmaya

     Yukarıdaki şiirde, ikinci mısrada asma kelimesi 'üzüm veren bir bitki'; dördüncü mısrada ise 'öldürmek' anlamında kullanılmıştır.

Kafiye Şeması

Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.

Örneğin birinci dizenin sonundaki harfin karşısına “a” harfini koyalım. İkinci dizenin sonundaki harf birinci dizenin sonundaki harfle aynıysa “a” değilse “b” harfini koyalım. Üçüncü dizenin sonundaki harf birinci dizenin sonundaki harfle aynıysa “a” , ikinci dizenin sonundaki harfle aynıysa “b”, o da değilse “c” harfini koyalım.

Görüldüğü üzere yöntem çok basit. Aşağıdaki kafiye düzeni çeşitlerini inceleyerek bunu daha iyi kavrayabiliriz.

1.Düz Kafiye:  "a a a b"   "bbbc" "cc"   "a a b b"   olmalı.

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine            a

Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,      a

Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti           b

Bir tatlı intizara çevirmiş sukunet                    b

2.Çapraz Kafiye: "a b a b"   "cdcd" olmalı.

Hayran olarak bakarsınız da            a

Hülyanızı fetheder bu hali               b

Beş yüz sene sonra karşınızda         a

İstanbul fethinin hayali                   b

3.Sarma Kafiye: "a b b a"   "cddc"olmalı.

İhtiyar, elini bağrına soktu,            a

Dedi ki: “İstanbul muhasarası       b

Başlarken aldığım gaza yarası      b

İçinden çektiğim bu oktu              a

4. Serbest Kafiye: “abcd” , “efgh” olmalı.

  … göre          a

 … sanı            b

 … güze           c

… elale          d

İstifham Sanatı

Anlatımı güçlendirmek ve daha etkili hale getirmek için cevap alma amacı gütmeden soru sormaktır.

İstifhama Örnekler:

* Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

* Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

   Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

* Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

* Şu karşıma göğüs geren

   Taş bağırlı dağlar mısın?

* Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

* Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?

   Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

İstiare Sanatı

Edebiyatta kullanıldığı anlamıyla istiare, bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatıdır.Diğer adı eğretilemedir.

Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır.

Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.

a) Açık İstiare: Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.

Örnek: “Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi” Cümlesindeki  "ASLAN" bu istiare çeşidine bir örnektir .      

                                         “Aslanlarımız düşmanları yendi. 'aslandan kasıt askerdir.

b) Kapalı İstiare: Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.

Örnek:

                                       Her taraf kırık dökük

                                       Dalların boynu bükük

                                       "Kederliyiz" der gibi

                                                       Orhan Seyfi Orhon

Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan söz edilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor.
                           
O kız yüzümü tırmaladı burada tırmalamak hayvana mahsustur ve bu özellik insana verilmiştir.

Karışık Örnekler:


- Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor. (A.İ)

- Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)

- Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)

- Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)

- Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)

- Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)

- Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)

- Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)

İslamiyet Sonrası Türk Edebiyatının Genel Özellikleri

8. yy.dan itibaren yerleşik hayata geçen, Müslümanlıkla tanışan Türkler, 10. yy.ın ilk yarısında (920) Karahanlı Devleti hükümdarı Satuk Buğra Han’ın Müslümanlığı kabul etmesiyle başlayan süreçte Müslümanlıkla Türklüğü birleştirip bir sentez ortaya çıkarmışlar, hayat tarzlarını buna göre belirlemişler, bu sayede birlik sağlamışlar ve İslâm dininin, Farsların ve Arapların etkisiyle yeni bir edebiyat oluşturmaya başlamışlardır.

Bu edebiyatta sözlü eserlerin yanı sıra yazılı eserler de çoğalmıştır.İlmî eserler ve Kur’an-ı Kerim aracılığı ile Arapça’dan; Edebî eserler aracılığıyla da Farsça’dan etkilenilmiştir. Yine bu yolla o zamana kadar dış etkilerden uzak olan Türk dili Arapça ve Farsça’nın etkisine girmeye başlamıştır.

İslâm kültürü, ortak İslâm edebiyatının şekil ve tekniği, zevki, hayat görüşü, temaları, motifleri, Türklerden önce Müslüman olarak bir İslâmî edebiyat geliştiren İranlıların aracılığı ile Türk Edebiyatına girmiştir. İslâmî edebiyat şiirinde ortak teknik malzeme (şekiller, temalar, motifler) ile ortak bir dünya görüşü ve estetik kavramı benimsenmiştir.

XIV. asırda yazıya geçirilen “Dede Korkut Kitabı” destan döneminin hatıralarını saklayan, gerek muhteva gerekse dil ve üslup mükemmeliyeti bakımından Türkçe’nin şaheserleri arasında yerini daima muhafaza eden çok değerli bir eserdir.İslâmiyet’ten sonra da destansı edebiyat devam etmiştir

- Karahanlı Dönemi: Satuk Buğra Han Destanı

- Kazak-Kırgız Kültür Dâiresi: Manas

- Türk-Moğol Kültür Dâiresi: Cengiz name

- Tatar-Kırım: Timur ve Edige Destanları

Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri: Seyid Battal Gazi Destanı (Battal Gazi’nin İslamiyet’i yayış mücadelesini ve yiğitliklerini anlatır), Danişmend Gazi Destanı (Danişmendname), Köroğlu Destanı

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatının Genel Özellikleri

İslâmiyet’ten önceki Türk Edebiyatı, Türklerin Orta Asya’da yaşadıkları devirlerde bütün Türk boyları arasında müşterek ve büyük bölümü sözlü olan edebiyattır.

İslâm öncesi Türk edebiyatı ulusal bir edebiyattır; nazım şekil ve türleriyle kullanılan ölçü tamamen millîdir.

Bu dönem edebiyatı, İslâmiyet’in kabul edilmesinden sonra oluşmaya başlayan yeni edebiyat anlayışına kadar devam etmiş, hatta etkisi daha sonraki dönemde de görülmüştür.

İslâm öncesi Türk edebiyatı sözlü dönem ve yazılı dönem olmak üzere ikiye ayrılır.

İntak Sanatı

Cansız varlıkların ve insan dışındaki canlıları şahsiyet kazandırıp onları konuşturmaya intak denir.

İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır. Her intak sanatında teşhis sanatı vardır; ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.

Unutmayalım: İntak sanatının olduğu her yerde doğal olarak teşhis sanatı vardır.

İntak Örnekleri:

* Mor menekşe: ’’Bana dokunma;’’diye bağırdı.

* Minik kuş:’’Anne beni rüyalar ülkesine götür.’’diye yalvarıyordu.

* Sabahleyin kozasından bakan gelincikler sorar bu dünyaya

        -Ne dersin?

        Kanatlanıp uçalım mı?

        Çiçek olup açalım mı?

* Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?

* Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:

    Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.

* Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:

  İçimde kanayan (bilgi yelpazesi.net) yara gibisin.

* Ey benim sarı tamburam!

   Sen ne için inilersin?

   İçim oyuk,derdim büyük

   Ben onunçün inilerim

* Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

   Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.

* Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.

İlk Türk Destanları

Altay-Yakut: Yaradılış Destanı

Sakalar Dönemi: Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı

Hun Dönemi: Oğuz Kağan Destanı

Köktürk Dönemi: Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı

Uygur Dönemi: Türeyiş Destanı, Göç Destanı

İkinci Yeni Akımı

Yaratımsız dönem ve İkinci Yeni

1950’lerde toplumsal yapıda kimi değişimlerin belirginleştiği görülür. II. Dünya Savaşı, tek parti yönetiminin baskısı, toplumsal gelişimindeki dengesizlik sınıfsal çatışmayı körüklemiş, çok partili döneme geçiş iktidar değişimiyle sonuçlanmıştır. Oysa görünürde halkın oyuyla değişen iktidar, aslında savaş sırasında güçlenen ticaret kesimindeki kentsoylular sınıfıyla büyük toprak sahiplerini temsil edenlerin eline geçmiştir. Nitekim 1950’den başlayarak ekonomik alanda devletin geriye çekildiği, özel girişime destek olduğu görülür. Ayrıca dış krediye dayalı bir kalkınma biçimi gerçekleştirilmek istenir. Bu, bir yandan kısa sürede, özellikle tarımsal üretimin ve ulusal gelirin artmasına yol açarken, bir yandan da anamalcı (kapitalist) ilişkilerin gelişmesine, dış borçların birikmesine neden olur. Dış bağlaşmaların ve sağlıksız toplumsal gelişimin, iktidarı, siyasal, düşünsel, kültürel alanlarda özgürlüklerin kısılmasına, baskıya götürmesi ise doğaldır. Demokrasi yanlısı güçlerin, aydınların desteğiyle iktidar olan Demokrat Parti de, daha iktidarının ilk yıllarında yalnız toplumculara değil, bütün ilerici güçlere karşı bir tutum takınır. Köy Enstitülerini kapatır. Ardından, Kore Savaşı’nın yarattığı ortamdan yararlanarak toplumcuları ezer. CHP’de kurtulamaz bu sindirme eyleminden. Gidiş, "dikensiz gül bahçesi"nedir.


Dönemin şiir ortamını ise Mehmet Doğan şöyle betimler:

"1954-55 yılları sanat dergileri araştırıcı bir gözle tarandığında şiirin belirli bir şekilde zayıfladığı görülecektir. Orhan Veli’nin daha 1949’da genç şairlerin ilgisini çektiği tehlike elle tutulur bir gerçeğe dönüşmüş; şiir deyince yalnız küçük olayların, yalnız alelade bir dille anlatılması akla gelir olmuş, basitlik, aleladelik şiirin ölçüsü olmuştur. Dergi sayfalarını Garip akımının sıradan kopyaları doldurmuştur. Coşkusuz, cansız, renksiz, bütün gücü üç beş dize içine sıkıştırdığı bir espride olan fıkramsı şiirler. Korkunç şekilde birbirlerine benzerler hepsi de. Şair kişilikleri nerdeyse silinmiştir ortalıktan. İmzalar olmasa hangi şiir kimindir tanınamaz. Bazan hiç şiirsiz çıktığı görülür bir derginin."

İşte Muzaffer Erdost’un "İkinci Yeni" akımı adını taktığı şiir akımı bu ortamda, Garip’e tepki olarak belirir. İlk ürünler Yeditepe dergisinde (1954-1955), Pazar Postası’nda (1956) yayımlanır. Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Tevfik Akdağ, Ülkü Tamer akımın bellibaşlı adlarıdır. Oktay Rifat da Perçemli Sokak’ı (1956) çıkararak yeni arayışlara katılır. Aynı yıllarda, özellikle Pazar Postası’nda yeni şiir anlayışını savunan yazılar görülür. Ozanlar dışında, Muzaffer Erdost akımın kuramcısı görünümündedir.

Kısaca özetlemek gerekirse, İkinci Yeni, Garip’in tam tersi bir noktadan yola çıkar. Söyleyişteki rahatlığın yerine şiir dilini zorlamayı, anlaşılırlık yerine anlamca kapalılığı, somuta karşılık soyutlamayı getirir. Halk şiirine sırt çevrilir. Öteyandan dize anlayışına, sözcüklerle oynamaya yönelinerek eski şiirle zayıf da olsa bağlantı kurulur. İkinci Yeniciler için önce biçim gelir. Cemal Süreya bunu şöyle belirtir: 2Biz şiir salt biçimdir, demiyoruz, belki en çok biçimdir diyoruz. Bunu belirtebilmek için de soyut bir metodla diğer her şey aynı kaldığı takdirde biçimin beklenebilir değişmelerini arıyoruz. Biçimi önemsiyoruz. Bunu da gerekli buluyoruz." (Pazar Postası, s. 41, 1958).

İkinci Yeni’nin çıkışında gerçeküstücülüğün etkin olduğu biliniyor. Andre Breton’un gerçeküstücülük tanımını anımsayalım: "Sürrealizm: Sözle, yazıyla, ya da başka bir biçimle düşüncenin gerçek işleyişini ortaya koymak için yararlanılan katkısız bir ruhsal otomatizm. Aklın ve her türlü ahlaksal ve estetik kaygının denetimi dışında, düşüncenin belirlenmesi... Sürrealizm, düşüncenin çıkar gözetmez oyununa, rüyanın sınırsız gücüne ve bugüne değin önemsenmemiş bulunan belli çağrışım biçimlerinin üstün bir gerçekliği olduğuna inanır."

Usu boşlayan, daha doğrusu usun mantıksal işleyişine sırt çeviren bu anlayış İkinci Yeni’nin belirgin özelliklerindendir. Başlangıçta Garipçilerin çıkışı da gerçeküstücülüğün izlerini taşır; ama İkinci Yeniciler gerçeküstücülüğü daha bilinçli benimserler. Gerçeküstücülerin bilinç dışına yönelişlerini, çağrışımlarla zenginleşen imgeciliklerini, düş, fantezi ve alay öğelerinden yararlanışlarını ustaca değerlendirirler. Harfçiliğin (lettrisme) etkisini taşıyan örnekleri ise biçimsel arayışların ürünü saymak gerekir.

İkinci Yeni bir kaçış şiiri midir? Siyasal ortam düşünüldüğünde, evet. Ama yaşanılan toplumsal durum göz önüne alındığında, bireyin toplumla çatışmasının, yabancılaşmanın; yerleşik değerlerin bireyi bunaltmasının ve dış dünyayla, insanlarla kurulan ilişkilerin yozlaşmasının İkinci Yeni’yi beslediği söylenemez mi? Çağdaş düşünce akımlarıyla (varoluşçuluk gibi) beslenen İkinci Yeni deviniminin siyasal eylemi dışlaması, gerici bir sanat akımı olarak damgalanması için yeterli midir? Kaldı ki, her akımın çıkışında ve gelişim sürecinde rastlanan aşırı örnekler, öykünmecilerin, yenilik için yenilik ardında koşanların yoz ürünleri de o akımı olumsuzlaşmanın nedeni olmaz.

Nitekim 1960’tan sonra İkinci Yeni akımı da, kendi içinde biçimsel aşırılıklardan arınarak, yeni imgelere, dize işçiliğine dayanan ve şiirsel bir yapı kurmayı amaçlayan arayışlarla gelişimini sürdürdü. İkinci Yenicilerin uzak çağrışımlar yaratmaya yönelik, şiire özgü bir dil oluşturma çabaları genelde Türk şiirini de etkiledi. Anlamsızlık değil, yeni anlamlar yakalamaktı artık amaç.

1965’lere gelinirken, Yön dergisinde Nazım Hikmet’in şiirlerinin çıkması, 1936’dan beri basılmaları yasaklanmış kitaplarının birbiri ardına yayımlanmaya başlaması. İkinci Yeni akımının sonu oldu. Akımın bellibaşlı adları toplumsal özlere açılarak yeni bileşimler ardındaydılar zaten. Yeniden gündeme gelen toplumcu şiir, geçirilen bütün deneyleri özümseyerek, kaldığı yerden değil, gelinen yerden yeni bir gelişim sürecine girdi.

İdealizm Akımı, Özellikleri

Batı Edebiyatında İdealizm

Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. İdealist felsefenin tüm özellikleri edebi eserlerde de görülür. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Bireyci dünya görüşü ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır.

Topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. En büyük temsilcisi Fransız yazar Jules Romains’tir. Bu akımın temelleri, Romains’le Chenneviere’nin yazdığı Petit Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges Duhamel’le Charles Vildrac’ın kaleme aldığı Notes su la Technique Poetique (Şiir tekniği üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.

Hüsnü Talil Sanatı

Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir.

Örnek:

Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen

Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece

Ahmedî


"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi

Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."



Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.

Hilye, Hilye Özellikleri

Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir. Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin Hilye-i Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır.

Hicviye, Hicviyenin Özellikleri

Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır.

Örnek:

KITA

Şimdi hayl-i suhan-verân içre

Nef’î mânendi var mı bir şair

Sözleri Seba-i Muallâka’dır

İmrülkays kendidir kâfir

Şeyhüslam Yahyâ

(Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri Kabe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir, İmrülkays’ın ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi ifade eder. Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama "Seba-i Muallâka" Kabe henüz putperestlerin elinde iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve müslüman olmayan bir şair. Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi "kafirlikle" suçluyor.)

Hezliyat, Hezliyatın Özellikleri

Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara, taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir. Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta şairlerindendir.

Hamamname, Özellikleri

Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir.

Göktürk (Orhun) Kitabeleri ve Özellikleri

Tonyukuk Anıtı

720 yılında Göktürk devleti veziri Tonyukuk adına dikilmiştir. Kitabede Tonyukuk, anılarını ve dönemin tarihini anlatmıştır. Anlatımda, atasözlerine bolca yer verilmiştir.

Kültigin Anıtı

732 yılında dikilen anıt Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Anıtta Kültigin’in ölümü ve yas töreni anlatılmıştır.

Bilge Kağan Anıtı

735 tarihini taşır. Bilge Kağan’ın yiğitlikleri ve Türk milletine iletmek istediği mesajlar anıtın içeriğini oluşturur. Bu anıt da Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır.

Özellikleri:

- Türklerin ilk yazılı eseridir.

- Doğu Göktürklerin tarihine ışık tutar.

- Söylev türünde yazılmıştır.

- Oldukça gelişmiş ve işlenmiş bir dil kullanılmıştır.

- Türk dilinin gelişmişlik düzeyine ilişkin etraflı bilgiler edinilebilir.

- Hem dinî hem de din dışı konular işlenmiştir.

- Tarih, coğrafya ve edebiyata kaynak olacak niteliktedir.

- Türk tarihini, toplumun yaşam biçimini, dünyaya bakış tarzını ortaya koyar.

- Kitabelerde idarecilerin ve sultanların halkı aydınlatması, yaptıklarının hesabını halka vermesi söz konusudur.

- Kitabeleri Strahlenberg bulmuş, 1893’te Wilhelm Thomsen okumuştur.

- Bir yüzleri Göktürk alfabesiyle, diğer yüzleri Çince yazılmıştır.

Gezi Yazısı (Seyahatname) Türü

- Bir yazarın gezip gördüğü yerleri inceleyerek yazdığı yazılar

- Gezilen yerlerin kaleme alınması

- Gezilen yerlerle ilgili bilgi, izlenimler.

- Gezilen yerlerin:

        - Doğal güzellikleri

        - İnsanlarının gelenek, görenek ve zevkleri tanıtılmaya çalışılır.

- Okurların genel kültürlerini arttırmada önemli

- Dikkatli bir gözlem gerektirir

- Amaç: okuyucuyu gezip görülen yerlerle ilgili bilgilendirmektir.

- Önemli Gezi Yazısı Yazarları:
           Evliya Çelebi Seyahatnamesi
           Piri Reis'in Kitab-ı Bahriyesi
           Seydi Ali Reis'in Mir'at-ül Memalik'i
           Ahmet Haşim'in Frankfurt Seyahatnamesi
           Mustafa Said Bey'in Avrupa Seyahatnamesi
           Ömer Lütfi'nin Ümit Burnu Seyahatname
           Abdurrahmah Efendi'nin Brezilya Seyahatnamesi
           Mehmed Hurşid Paşa'nın Seyahatname-i Hudud'u
           Nabi'nin Hicaz Seyahatnamesi
           Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi Seyahatnamesi
           Ubeydullah Efendi'nin Amerika hatıraları
           Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin Fransa Sefaretnamesi .

- Yalnız gezip görülen yerler anlatılır, düşlere yer verilmez.

Gazete ve Dergi Fıkraları, Köşe Yazıları ve Özellikleri

- Gazete ve dergilerin belirli köşelerinde.

- Konular genellikle güncel

- Gazetelerdekine köşe yazısı denir.

- Deneme türünün gazete ve dergilerdeki durumu diyebiliriz.

- Temel amaç :Okurun önemli noktalara dikkatini çekmek, onu uyarmak ve düşündürmektir.

- Kanıtlama yoluna gitmez.

- Kısa ve günübirlik yazılardır.

- Yüzeysel

- Nükteli sözler ve atasözlerinden yararlanır

- Kişisel görüşler

- Düşünce ağırlıklıdır,düşünce yazılarıdır.

Gazel, Gazelin Özellikleri

Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti ise "makta" adını alır.

Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra). Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel "zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise "müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk beyitten sonraki beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son beyitten güzel olmalı gerekir) denir.

Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da "şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine "redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i" maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır. Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına "hüsn-i tahallüs" denir.

Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de "natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere "tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır.

Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller "aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara "rindane" denir. Aşıkane gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve ten zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane", öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri, "hakimane gazel" denir.

Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere "gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise "gazelsera" adı verilir.

Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.

Gazavatname, Gavazatnamenin Özellikleri

Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları, kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir. Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri arasındadır.

Garip Akımı, Garip Şiir Akımı

Eskiye tepki: Garip şiir akımı

Yalnız eski şiire değil, Nazım Hikmet şiirine de tepki olan Garip akımı üç ozanın adına bağlanır: Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday. Üç arkadaş Varlık dergisinde ölçüsüz, uyaksız, şairanelikten uzak yeni bir şiir akımı başlatır (1936), bu yoldaki şiirlerini Garip adlı bir kitapta toplarlar (1911). Garipçiler adıyla anılmalarının nedeni de budur. Yeni akımı özellikle Nurullah Ataç destekler. arip devinimi birçok genç izleyici bulduğu gibi, dönemin ünlü ozanlarını da etkiler. Orhan Veli’nin yazdığı "Garip" önsözü bir bakıma bu yeni şiir deviniminin bildirisidir. Ama üç ozanın birlikteliği uzun sürmez. Kitabın ikinci basımı yalnız Orhan Veli’nin şiirleriyle yayımlanır (1945). Ayrıca Orhan Veli, kitabına "Garip İçin" başlıklı ikinci bir önsöz eklemek gereğini duyar. Nitekim Garip devinimi sonraları, gerek bu nedenle, ama asıl Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ı şiiri ayrı bir çizgide sürdürmeleri sonucu Orhan veli’nin adına bağlanmıştır.

Garipçilerin dayandıkları ilkeler kısaca şöyle özetlenebilir: "Konuşma dilinin doğallığı içinde şiirsel deyişleri bulmak, gündelik yaşamın sorunlarına ve küçük adamlara eğilmek, söylev havasından kurtulmak, süslerle söz oyunlarından yardım beklememek, ölçü-uyak-biçim tutsaklığında nazım kolaylığına düşmemek, dünya görüşlerine bağlı kalarak yaşamak ve özgürce yazmak." (Rauf Mutluay).

Ama Orhan Veli’nin kendisi de kitabının ikinci basımında sanat anlayışını gözden geçirmek gereğini duyacaktır. Özellikle şiirsel gelenek, biçim konularında daha esnek bir tutuma girmiştir. Nitekim ikinci kitabı Vazgeçemediğim’den (1945) başlayarak şiirini değiştirdiği görülür. "Kimi şiirlerde akıl çizgisinden duygu çizgisine kayılır, mizah ve şaşırtma bırakılır, yer yer uyağa ve sıfata başvurulur, sözcük tekrarlarından, müzikten yararlanılır. Hepsinden önemlisi, halk şiirinin dil ve deyişine özenilir" (Asım Bezirci). En ilginç gelişme ise özdedir: Toplumcu şiire yaklaşır Orhan Veli de.

Garip devinimi, gerek ilk yıllarında, gerekse sonraları, değişik sanat anlayışlarına bağlı olanlarca değişik biçimlerde değerlendirilmiştir. Geleneğe bağlı olanlar, Orhan Veli ve arkadaşlarını şiiri ayağa düşürmekle suçlarken; toplumcular, Garipçileri, toplumcu şiiri engelleyen, yozlaştırmayı amaçlayan ve küçük burjuva duyarlığını geliştirmeye çalışan bir devinimin başlatıcısı olarak gördüler. Yazın tarihçileri ise, Garip devinimini genellikle yeni şiirin başlangıcı saydılar.

Bugün de bu tutumların pek değiştiği söylenemez. Ama nesnel bir değerlendirmeyle, Garip deviniminin Türk şiirinin gelişim sürecinde önemlice bir yeri olduğunu söylemek gerekmektedir. Doğrudur; toplumcu şiirin yasaklanmaya çalışıldığı, toplumcu ozanların kovuşturulduğu ve Nazım Hikmet’in susturulduğu bir dönemde Garip’in yeşermesi rastlantı sayılamaz. Orhan Veli ve arkadaşlarının "serbest nazım" anlayışıyla şiirler yazmaları, bu alanda en çok Nurullah Ataç’tan destek görmeleri sanatın siyasal dışı tutulması eğiliminin iktidarca da desteklenmesi sonucudur. Ama bu, konunun olumsuz görünen bir yüzüdür. Öteki yüzde ise, Türk şiirinin yeni biçim ve söyleyiş olanaklarıyla zenginleştirilmesi, sokaktaki insanın duyarlığına açılması, gündelikleştirilmesi vardır. Garip’in Birinci Yeni olarak adlandırılmasıdır. Türk şiirinin Tanzimat döneminde başlayan yenileşme sürecinde, Garip beşinci, altıncı yeniliktir. Cumhuriyet sonrası alındığında da yeni Türk şiirinin kurucusu Nazım Hikmet’tir. Garip ise bu yenileşme sürecinde bir ayrıntıdır. Ama bütünün onsuz olamayacağı bir ayrıntı.

Hakkında Bilgi - Teknoloji Hakkında Bilgi, Sağlık Hakkında Bilgi, Eğitim Hakkında Bilgi,Kültür Hakkında Bilgi, Sanat Hakkında Bilgi, Din Hakkında Bilgi, Türkiye Hakkında Bilgi, Yaşam Hakkında Bilgi, Bilim Hakkında Bilgi ve Hakkında Bilgi aradığınız birçok şeyi bulabileceğiniz blog sitesi..