Bilimsel Yöntemin Yaygınlaşması
Principia'nm yayımlanması Kopernik'le başlayan hareketin doruğunu oluşturur ve bu niteliğiyle de bilimsel devrimin simgesi olarak kabul edilir. Kopernik'in büyük yapıtıyla aynı yılda, anatomi dalında bu yapıta eşdeğer önemde bir kitap yayımlandı. An-dreas Vesalius De humani corporus fabrica (İnsan Gövdesinin Yapısı Üzerine) adlı bu yapıtında Galenos'un anatomisini eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor ve kendi çalışmalarına dayanarak onun birçok yanlışını düzeltmek olanağını buluyordu. Vesalius'un bu yapıtı anatomi alanında yoğun çalışmaların başlangıcını simgeliyordu.
Bu çalışmalar William Harvey'in kan dolaşımını bulmasıyla doruğuna ulaştı. Harvey'in 1628'de yayımlanan De motu cordis et sanguinis in animalibus (Hayvanlarda Kalp ve Kan Hareketleri Üzerine) adlı yapıtı, fizyolojinin Principia'sı olarak kabul edilir. Bu yapıt anatomi ve fizyolojinin bağımsız bilimler olarak ortaya çıkışına öncülük etmiştir.
Eleştiri ve sistemleştirme çabaları başka bilimlerde pek başarılı olamadı. Örneğin kimyada, ortaçağ ve yeniçağ simyacılan, önemli yeni maddeler (örn. mineral asitleri) bulunmasına ve yeni yöntemler (örn. damıtma) geliştirilmesine yol açan çalışmalar yapmışlarsa da, kuramı, anlaşılması hemen hemen olanaksız mistik bir anlatımın içinde boğmuşlardı. Robert Boyle'un kesin ve belirli tanımlan, deneylerin yinelenebilirliği ve kimyasal süreçlerin mekanik olarak ele alınması gibi konulardaki çabaları yararlı olmuştu, ama kimya bilimi henüz bir devrime hazır değildi.
Birçok alanda, ele alınıp incelenmesi gereken olguların çok büyük bir yığın oluşturması, bunların anlaşılabilir bir bütünlüğe kavuşturulmasını olanaksız kılıyordu. Mikroskop ve teleskop gibi yeni bulunan aygıtlarla gerçekleştirilen gözlemler, keşif gezilerinden getirilen çok sayıdaki bitki ve hayvan örnekleri, insanoğlunun tanıyıp anlamak durumunda olduğu dünyayı alabildiğine genişletmişti. Bu durumda yapılabilecek iş, yeni nesne ve olguları doğru biçimde betimlemek ve günün birinde bütün bunların tutarlı bir bütünlüğe kavuşturulabileceğini ummaktı.
Bilgi hacminin çığ gibi büyüyerek dev boyutlara ulaşması, eski kurumların ve çalışma biçimlerinin giderek değişmesine yol açtı. Bilginin artık geniş çevrelere, üstelik hızla ulaştırılması gerekiyordu. Bu amaçla bilim dernekleri kurulmaya başladı. İlk bilim dernekleri 17. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıktı. Londra'daki Royal Society 1662'de, Fransız Bilimler Akademisi ise bundan dört yıl sonra kuruldu. Bu derneklerin yayımlamaya başladığı dergiler, yeni buluşların açıklandığı, tartışıldığı ve eleştirildiği bir iletişim ortamı görevini üstlendi.
0 Yorum:
Yorum Gönder