Tarih
Sosyal ilimlerden. Târih, Arapça bir kelimedir. “Anılmaya değer hâdiselerin hikâyesi” mânâsına gelir. Batı dillerindeki karşılığı “İstorya” olup, “araştırılmış haber” mânâsındadır. Kelime mânâsı dardır. Geniş mânâda ise, herhangi bir nesnenin geçmişini kucaklayan bir bütün demektir. Sosyal ilimlerden olan târihin çeşitli târifleri yapılmıştır.
Bunlardan bâzıları:
Târih, hâdiselerin ilmidir.
Târih, netîceleri sebeplere bağlayan ilimdir.
Târih, insanlığın hakîkî romanıdır.
Târih, insanlığın topyekûn tecrübesidir.
Târih, ibretler hazînesidir.
Târih, milletlerin hâfızasıdır.
Târih, vesikalar vâsıtasıyla, mâziyi tesis teşebbüsüdür.
Târih, geçmişteki insan münâsebetlerinin incelenmesidir.
Târih, mâzideki hâdiselerden, istikbâl için dersler, netîceler çıkarmak ilmidir.
Târih, ne bir model, ne de millî seciyenin mektebidir. Târih, sâdece târihtir. Harsa (kültür) değil, fikre, muhâkemeye ve nihâyet ilmî tetkiklere zemindir. Târih, insan topluluklarının hayatlarını, kültür ve medeniyet sahasında yapmış oldukları ilerlemeleri, zaman ve mekân göstererek ve doğru olarak inceleyen ve nakleden bir ilimdir. Târih, insanların zaman ve mekân içinde geçirdikleri gelişmeleri ve bu insanların psiko-fizik hareketlerini, bu hareketlerin sebep-netice münâsebetlerine dayanan ortak değerlerini araştırır ve tasvir eder. Burada tasvir etmek ortaya koymak olup, psiko-fizik hareketler de târihin kendisidir.
Târihi insanlar meydana getirir. O halde bütün târihî olaylar da insanın psiko-fizik hareketlerinden, yâni rûhî hâdiselerin insandaki fizikî şekillerinden doğar. İnsanların psikolojik hâlleri tamâmen farklıdır. Bu sebeple meydana getirdikleri hâdiseler de farklı olacaktır. Bütün hâdiseler psikolojik hâllerden meydana gelir ve târihte her olay, ayrı bir ünite olarak mütâlaa edilir. Psiko-fizik hareketlerde fert psikolojisi olduğu gibi, halk psikolojisi de vardır. Bir târihî hâdise tasvir edilirken o günkü psikolojik vasat da dikkate alınmalıdır.
Târihî olaylar üç kısımdır:
1. Ferdî olaylar ve faaliyetler: Bunlar bir kere vukua gelen olaylardır. Bunların târihî tetkik konusu olabilmesi için husûsiyetlerinin araştırmaya değer olması gerektir. Târihçi bir olayla ilgilenmek için şu kıstasları arar: Olay vâki olduğu zaman kendi devrinde etki yapmış mıdır? Olay vâki olduğu yerden başka bir yerde tepki uyandırmış mıdır?
2. Tipik faaliyetler: Bunlar birçok ferdin aynı şekilde tekrarladıkları olaylardır. Bu olaylarda, bunlara iştirak eden fertlerde müşterek esaslar vardır. Âdetler, günlük yaşama îtiyatları, inançları vs. tipik faaliyetlere girer. Türkler için domuz beslememek gibi.
3. Kollektif faaliyetler: Bu faaliyetler, bir toplumun veya birçok kişinin gösterdiği hareketlerdir. Meselâ inanmak, savaşmak ve medenî şekilde yaşamak gibi. Medeniyet, muhtelif devletler arasında inanılan ve kabul edilen müşterek kıymetlerdir. Kollektif bir faaliyettir. Târihî olaylarda sebepler: Her târihî hâdisenin diğer târihî olaylarla iki çeşit münâsebeti vardır. Bu da, olaylar arasında sebep-netice bağlantısını meydana koymaktır.
a) Umumî sebepler, genel bağlar veya şartlar: Bütün toplumlar için yürürlükte olan sebeplerdir. Bu sebepler üstün olma arzusu, fütuhât, din heyecanı, iktidar câzibesi, iyi yaşama arzusu vs.dir.
b) Özel sebepler: Târihî olayın cereyanı sırasında içinde bulunduğu ve kendilerine değer kazandıran sebeplerdir. Târih ilmi, incelendiği mevzuya göre, iki kısma ayrılır. Dünyâdaki bütün cemiyetlerin siyâsî hayâtından bahsedip, kültür ve medeniyetlerini inceleyen târihlere Umûmî Târih; yalnız, bir yâhut birkaç devletin siyâsî hayâtını ve kültürünü nakleden târihlere de Husûsî Târih denir.
Umûmî Târihin mevzuları ve muhteviyatı çok geniş olup, Millî Târih denilen Husûsî Târih de kısmen içindedir. Târih, incelediği mevzuya göre, Siyâsî Târih ve Medeniyet Târihi olmak üzere de bölümlere ayrılır. Siyasî târih, siyâsî hâdiseleri inceleyip, nakleder. Medeniyet târihi de, kültür ve medeniyetlerden bahseder. Ayrıca; millî veya umûmî askerî hâdiselerden bahseden Askerî Târih, edebiyatın gelişmesini konu edinen Edebiyat Târihi, daha çok mîmârî ve resim sanatının zaman içindeki seyrini anlatan Sanat Târihi ve filozoflarla felsefe mekteplerini inceleyen Felsefe Târihi gibi özel muhtevâlı târih çeşitleri de vardır. Bunlar sâdece kendi konularını işlerler. Kendi sahalarında derinleşmiş olmalarına rağmen insanlık târihi hakkında umûmî bir bilgi ve görüş vermezler.
Târihin faydası: Târih, yaşayan nesillere ışık tutan binlerce hâdiseyle doludur. Târih, yaşayan nesillere örnek olacak binlerce dâhinin ve kahramanın hayâtını, eserlerini ve çalışmalarını dile getirir. Yine târih, binbir fâcia tablosu çizerek yaşayan nesillere ibret levhaları gösterir. Bu bakımdan târih ilmi pratik, beşerî, millî ve bütün ilimler açısından faydalı bir ilimdir.
Târih ilmi pratik bakımdan geçmiş olayları bize öğrettiği, kendimizi tanımamıza yardım ettiği için faydalıdır. Zîrâ insanın gâyesi, bir bakıma kendini bilmek, tanımaktır. Târih, geçmiş olaylardan dersler alıp, geleceği düzenlemek için, faydalı olur. Gelecek için bir takım sezgilerde bulunmak târih bilenler için daha kolaydır. Hattâ bu açıdan meseleyi ele alanlar, târihin geçmiş olaylardan istikbâl için dersler, neticeler çıkarmak ilmi olduğunu söylerler. Târih, insanları idâre edecek kimselerin mutlaka bilmeleri icâbeden bir ilimdir. Târihteki başarılı devlet adamları ve İslâm devletlerinin hükümdarları dâima târihle meşgul olmuşlardır. Gazneli Mahmûd’un yanında ortaçağın büyük âlimi meşhur târihçi El-Bîrûnî bulunuyordu. Tîmûr Hanın yanında dâimâ târihçiler bulunur; kendi sebep olduğu târihî olayları da doğru şekilde târihe geçirtirdi. İslâm târihini çok iyi bilen Fâtih Sultan Mehmed Hanın sarayında biri Lâtince diğeri Yunanca bilen iki kâtip bulunuyor ve bunlar pâdişâha eski çağlar târihini öğretiyorlardı.
Târih, ilmî, beşerî bakımdan, yâni insanî yönden de faydalıdır. İnsanlığın gerçeklerini, iyi ve kötü hâllerini açıkça belirtir. Gerçekleri ortaya koyarak insanlığa iyilik ve kötülüğün ne olduğunu öğretir; beşerî ahlâkın yükselmesini sağlar. Târih milletlerin ahlâkını aydınlatır, takviye eder ve toplumda ahlâk şuurunu uyandırır. İnsanlığın gelişmesinde târihin büyük önemi vardır. Târih insanlarda mânevî kıymetleri arttırır, ahlâk şuuru uyandırır. Târih millî bakımdan çok faydalı ve zarûrîdir. Millî târihler o millet mensubunun vatan sevgisini besler, millî hissini kuvvetlendirir. Millî his ve vatan sevgisi târihle gelişir. Toprak çorak da olsa, üzerinde bir ot bile bitmese, vatan toprağı olduğu için kutsaldır. Târih bütün ilimler bakımından faydalıdır. Gelişmesini öğrenmek isteyen bütün ilimler için târih, araştırıcı metodlarını kullanır. Sosyal ilimler kadar, özel metodları olan tabiî ilimler de gelişmelerini târihin metodlarıyla öğrenebilirler. İlimlerin târihe olan ihtiyacı ve ehemmiyeti devrimizde de lâyıkıyla anlaşılmış, hatta “ilimler târihi” bağımsız bir ilim şûbesi olmuştur. Bu sahada şimdilik sâdece müsbet ilimlerin târihi tetkik edilebilmektedir. İlerde beşerî ilimlerin de târihleri tetkik edilebilecektir. Şu halde her ilim, belirli bir târih mefhumunda birleşmektedir. Târih olmaksızın bu ilimlerin ne özünü, ne gelişmesini, ne de ulaştığı merhâleyi bilmek mümkün olmaz. Yenilik peşinde koşan ilimler için târih, en büyük yardımcıdır. Zîrâ mâzi bilinmedikçe istikbâl bilinmez. Bütün medeniyet, kültür ve olgunluğun başı insanlığın tanınması, insanın kendisini tanımasıdır denilebilir. Şu halde her toplum ve cemiyet, kendisini ve beşeriyeti tanımak istediği zaman târihe önem vermek mecbûriyetindedir. Târihe önem vermeyen milletler, ilimlere ve kültüre karşı nasipsiz toplumlardır. Târih, önce millî topluluklara, sonra beşeriyete büyük hizmetleri olan değerli ve azametli bir ilimdir.
Târihin gâyesi:
Bir ilim dalı olarak târihin gâyesi, geçmiş devirler silsilesi içinde insanlığın mâcerasını hâdiseleri naklederek ortaya koymaktır. Târihçinin aslî vazifesi de budur. Târihçi bu vazifesini yaparken inanılır ve güvenilir olmak için belgelere ve diğer delillere dayanmak zorundadır. Geçmişteki hâdiselerin ortaya çıkarılışında yüzde yüz bir kesinlik sağlamak mümkün değildir. Fakat elde edilen bütün vesikalar incelenerek ve dürüst kalınarak gerçeğe yakın netîcelere varmak mümkündür. Vesikaların azlığına çokluğuna göre hakîkate varmak değişir. Eski devirlere âit vesika, çok azdır. Yakın geçmişe âit vesika ise çok fazladır. Târihçinin eski devirlere âit bulduğu netîceler vesika azlığından; yakın devre âit netîceler de, vesikalar çok fazla olup, hepsini incelemeye yeterli vakit bulamadığından mutlak doğruluktan uzaktır. Dâimâ çeşitli eksiklikler taşıyabilir. Geliştirilen çeşitli târih metodları hakîkati bulmakta yardımcı olarak kullanılır.
Târih görüşleri:
Târih; olayları yer, zaman ve kişi zikrederek anlatan bir ilim olarak bilinir. Ancak insanlığın başından geçen birçok olayın sebepsiz ve maksatsız olmayacağı da âşikardır. Târihî olayları hazırlayan sebepler ve insanlığı bu olaylara sürükleyen maksatlar düşünülerek târihteki olayların çeşitli yorumları ve sınıflandırılmaları yapılmıştır. Târihî hâdiseleri yazan veya tetkik eden yazar ve araştırmacılar, maddî ve mânevî çeşitli telakkilerle hareket ettikleri için hâdiselerin birbirinden farklı izahları ortaya çıkmıştır. Bâzı ülkelerde millî târihlerde de görülen bu durum bilhassa beşerî târihin izahında birçok târih görüşünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Târihçinin inanç, dünyâ görüşü, idrak gücü ve niyetinden de târih felsefeleri teşekkül etmiştir. Batıdaki târih felsefeleri; Teokratik ve Düalist, Materyalist, Pozitivist, İdealist, Ekspresyonist, Hümanist, Modern târih görüşleri olarak sınıflandırılır. Teokratik târih görüşü: Burada insanlık târihi kutsal hükümranlık esâsına dayanır. Dinlerden ve îmândan bahseder. Düalist görüş; ikiciliği, yâni ruh ve madde, iyilik ve kötülüğü esas alır. Materyalist târih görüşü, maddecidir. Materyalistler, tabiat ve cemiyet hâdiselerinin esasını iktisâdî sebeplere bağlayarak, insanlar arasındaki meseleleri sınıf mücâdelesi şeklinde anlar ve izaha çalışırlar. Kurucusu Karl Marks’tır. Pozitivist târih görüşü:
Târihi sosyal ve tabiî ilimlerin netîcesi olarak alır. Kurucusu August Comte’tur. İdealist târih görüşü: İnsanların hürriyete kavuşabilmesi için şahsiyetten ziyâde, devletin hesâba katılmasını esas alır. Târihi, milletler mücâdelesi olarak düşünür. Kant tarafından ortaya atılıp, Fichte ve Schiller tarafından sistemleştirildi. Ekspresyonist târih görüşü: Çağdaş sanattaki ekspresyonizmden ilham alınarak geliştirilen bu tez, târihi, insan hayâtının meydana gelişine bir vâsıta kabul etmektedir. Bunlara göre, hayatta, târihçilerden öğrenilen değil de hisler esastır. Destanlara önem verirler. Frobenius ve Spengler tarafından kuruldu. Hümanist târih görüşü: İnsanın dünyâya hâkim olması için yaratıldığını ileri sürüp, târih, ayrı millet ve cemiyet değil de bir insanın fiilleri, fikirleri ve medeniyeti olarak kabullenilir. Alman filozoflarından Herder ve Lotze bu fikrin müdâfaacısıdır. Modern târih görüşü: Târihin insanın kendi ilmi olduğunu müdâfaa edip, insanlık mevzuunu işler. Kurucusu Vico’dur. Batılı târihçiler, târihi, târihten önceki zamanlar ve târih zamanları olarak ele alıp, bölümlere ayırır. Târihten önceki zamanlar; yontma taş, cilâlı taş ve mâden devri olarak üç bölüme, bunlar da kendi içlerinde çeşitli bölümlere ayrılmasına rağmen târihlerde kesinlik yoktur.
Târih zamanları ise, ele geçirilen en eski târihî belgelerden yazılı olanlarının devri esas alınarak başlatılır. Batılı târihçilerin bugünkü tespitlerine göre ilk yazılı belgeler Mezopotamya kavimlerine kadar uzanmaktadır. Daha evvel yaşamış kavimlerin de yazıyı kullandıkları muhakkaktır. Ancak henüz bir iz bulunamamıştır. Batılı târihçiler, yazının kullanılışından Batı Roma İmparatorluğunun yıkılış târihi olan M.S. 476’ya kadar olan devri Eskiçağ ve İlkçağ ismiyle anmakta; M.S. 476’dan Türkler tarafından İstanbul’un fetih târihi 1453’e kadar geçen zamana Ortaçağ, 1453’ten 1789 Fransız İhtilâline kadar geçen zaman dilimine Yeniçağ, bundan sonraki devreye de Yakınçağ adını vermişlerdir. Oysa İslâm âlimlerine göre “yazının bulunuşu” ile başlatılan şey “târih” değil “târih ilmi”dir. Târih ise insanoğlunun kendi mâcerasını yer ve zamana bağlıyarak biriktirmesiyle gelişmiştir. Âlimlere göre insanoğlunun tabiata çizdiği her iz bir târih belgesidir. Bu sebeple İslâm târihçileri işe, hazret-i Âdem’le başlarlar ve oradan günümüze ulaşmaya çalışırlar. İlk insan yâni hazret-i Âdem hakkında bilgi, yalnız ilâhî dinler tarafından bildirilmektedir. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde bildirilen ve İslâm âlimlerinin kitaplarında yer alan bilgiler doğru ve geniştir. Kur’ân-ı kerîm’de ilk yaratılan insan Âdem aleyhisselâm olduğu gâyet açık bir ifâdeyle kesinlik kazanır. Âdem aleyhisselâm medenî olarak yaşadı. Kendisi ilk insan ve ilk peygamberdir. Hazret-i Âdem’e Allahü teâlâ on suhuf kitap göndermiştir. Hazret-i Âdem okur-yazardı.
Kendisi, evlâtları ve torunları demircilik, dokumacılık, çiftçilik, fırıncılık gibi sanatları bilirler ve medenî yaşarlardı. Batılı târihçilerin öne sürdüğü mağara hayatı ve vahşi insanlar, hazret-i Âdem ve çocuklarının değil, târih içinde çeşitli zamanlarda ve dünyânın bâzı bölgelerinde yaşamış vahşî kabilelerin hayâtıdır. Günümüzde de Afrika, Asya ve Amerika’da vahşî insanların yaşadığı bir gerçektir. Bunlara ve hayat tarzlarına bakarak 20. yüzyıl insanlığının hayat seviyesini tespit etmek ne kadar yanlışsa, hazret-i Âdem ve çocukları için de aynı durum mevzubahistir. İslâm dünyâsındaki târihçiler, ilk insan ve geçmiş kavimler hakkındaki temel bilgilerini Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden almışlardır. Müslüman târihçilerin beşerî târih olarak yazdıkları Peygamberler Târihi şeklindedir. Bu şekillenme, İslâm dininin bildirdiği îmân ve îtikât esaslarından doğmuştur. Kur’ân-ı kerîm’de bildirilen geçmiş kavimlere âit ibret verici kıssaların özü, kendilerine gönderilen peygambere inanıp inanmamaları ve Allahü teâlânın bildirdiği dinlere uyup uymamaları ve bu hâllerinden doğan netîceler şeklindedir. Eski kavimlerden birçoğunun zamanları içinde yüksek medeniyetler kurdukları, refah ve bolluk içinde yaşadıkları Kur’ân-ı kerîm’de açıkça tasvir edilmektedir. Ancak bunlardan peygamberlere inanmayan ve gösterdikleri yolda gitmeyenler çeşitli azaplarla cezalandırılmışlar, kendileri ve medeniyetleri yok edilmiştir. Nuh Tufanı, hazret-i Lût kavminin yere batırılışı, hazret-i Şuayb’ın kavmine gökten ateş yağdırılması bunların meşhurlarındandır. İslâm târihinde son peygamber hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve dört halîfe devri olayları geniş anlatılır. İslâm târihinde târih zamanları çağlara ayrılmaz. Ancak İslâm dininin bildirilmesinden önceki küfür ve şirk zamanlarına “câhiliyye devri” denir. Hazret-i Peygamberimizin yaşadığı döneme de “Asr-ı Saadet” denir. “Asr-ı Saadet”, târih boyunca, kıyâmete kadar insanlığın üzerinden geçen en şerefli ve en kıymetli zamandır. Bundan sonra gelen “Hulefâ-i râşidin devri” de kıymetli bir zaman dilimidir. İslâm dîninin başlangıcındaki ilk iki asrın kıymetli olduğu da hadîs-i şerîfle bildirilmiştir. İslâm Târihinde bundan başka asır ayrımı yapılmaz. Dört Halife devrinden sonrakiİslâm Târihinde zamanlar hânedanlara göre isimlendirilir. Emevîler Devri, Abbâsiler Devri vs. gibi. İslâm devletlerinin çoğunun ismi de hânedanlara göre verilmiştir. Emevîler, Abbâsiler, Selçuklular, Osmanlılar, Eyyûbiler, Timurlular vs. gibi. İslâm dünyâsında yazılmış târih kitaplarında umûmiyetle eski peygamberler ve Peygamberimiz hazret-i Muhammed, Hulefâ-i râşidin, Emevîler ve Abbâsiler devirleri ortaklaşa mevcut olup, bundan sonra yazıldığı devletin ve hânedanın târihi teferruatlı olarak anlatılmıştır. Türk ve İslâm âleminde husûsî târihçiler olduğu gibi devletlerin de zamânın hâdiselerini kayıtla vazifelendirilmiş memurları vardı. Bunlara şehnâmenüvis, vak’anüvis denirdi. Bunlar sultan veya devlet adamlarının keyfî memurları olmayıp, resmî vazifelilerdi. Modern târih usûlünde de şehnâmenüvis veya vak’anüvislerin eserleri devrinin birinci elden kaynağı kabul edilir.
İslâm âleminde; Siyer, Megâzî, Tabakât, Fütuhât’tan umûmî târihî eserlere doğru kitaplar yazıldı. Meşhur târih kitaplarından bâzıları şunlardır: İbn-i İshak’ın Sîret-i Resûlillah, İbni Hişâm Humeyrî’nin Sîret-i Resûlillah’ın şerhi olan Sîret-i İbn-i Hişam, İmâm-ı Kastalânî’nin Mevâhib-i Ledünniyye, İbni Sad’ın Tabakât-ül-Kübrâ, Yûsuf Nebhânî’nin El-Envârül-Muhammediyye, Huccetüllahi Alelâlemin fî Mucizât-ı Seyyid-il-Mürselin, Vâkıdî’nin Megâzi, Süheyli’nin Ravd-ul-Ünf, Aynî’nin Ikd-ül-Cümân, Miskin Mu’in’in Me’âric-ün-Nübüvve, Abdülhak-ı Dehlevî’nin Medâric-ün-Nübüvve, Zehebî’nin Târih-ül-İslâm, İbn-i Hilligân’ın Vefeyât-ül-A’yan, İbn-i Esir’in Kâmil fit-Târih, İbn-i Cerîr Taberî’nin Taberî Târihi, Ebü’l-Ferec ibn-iCevzî’nin El-Muntazam fî Tevârih-il-Ümem, İbn-i Haldun’un Kitâb’ül-İber, Mukaddime, Ebü’l-Mehâsin’in En-Nücûmüz-Zâhire fî Mülûkı Mısır vel-Kâhire, Suyûtî’nin Hüsn-ül-Muhâdârât, İbn-i Tagriberdî’nin Ed-Delâil fî Ma’rifetil-Evâîl, Süyûtî’nin Târih-ul-Hulefâ, Nüveyrî’nin Nihâyet-ül-Arab fî Fünûn-ül-Âdâb, Beydâvî’nin Nizâmü’t-Tevârih, İbn-i Asâkir’in Târih-i Dımaşk, Hatib Bağdâdî’nin Târih-i Bağdâd, Beyhakî’nin Târih-i Beyhakî, Cüzcânî’nin Tabakât-ı Nâsırî, Reşideddîn’in Câmi’ut-Tevârih, Ebû Kâsım Abdullah bin Abdülhakem’in Fütûh-ı Mısrı vel-Magrib, Belezûrî’nin Fütûh-ul-Büldan ve Ensâb-ül-Eşrâf, Ebü’l-Fidâ’nın El-Muhtasar fî-Târih-il-Beşer, İbn-i Kesîr’in El-Bidâye ven-Nihâye fit-Târih, İbn-i Sâbunî’nin Telkih-ül-Efhâm fî Mü’telef vel-Muhtelef, Taşköprüzâde Ahmed bin Mustafa’nın Şakâyik-i Numâniye, Birûnî’nin Âsâr-ül Bâkiye, Hâfız-i Ebrû’nun Câmi-üt-Tevârih, NişâncızâdeMuhammed bin Ahmed’in Mir’ât-ı Kâinat, Seyyid Eyûb Urmevî’nin Menâkib-i Cihâr-Yâr-ı Güzîn, Ahmed Cevded Paşanın Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Zeyni Dahlan’ın El-Fütûhât-il-İslâmiyye, Halebi’nin İnsân-ül-Uyûn’u. Osmanlı Devleti zamânında yazılan târih kitaplarından da, Âşık Paşazâde’nin Âşık Paşazâde Târihi de denilen Tevârih-i Âl-i Osman, Neşri Mehmed’in Cihannümâ, Dursun Beyin Târih-iEbü’l-Feth, Kemâl Paşazâde’nin Tavârîh-i AliOsman, İdris-i Bitlisî’nin Heşt Behişt, Hadîdî’nin Şehnâme-i Âl-i Osman, Gelibolulu Ali’nin Künhü’l-Ahbâr, Hoca Sâdeddîn Efendinin Tâcü’t-Tevârih, Edirneli Mehmed Efendinin Nuhbetü’t-Tevârih ve’l-Ahbâr, Selânikî Mustafa Efendinin Târih-i Selânikî, Lütfi Paşanın Lütfi Paşa Târihi olarak bilinen Tevârîh-i Ali Osman ve Asafnâme, Celâlzâde KocaNişancı Mustafa Çelebi’nin Tabakâtü’l-Memâlik, Kâtip Çelebi’nin Fezleke ve Takvimü’t-Tevârih, Muslihiddin Mehmed Lari’nin Miratü’l-Edvar ve Mirkatü’l-Ahbar, Karamânî Ahmed bin Yûsuf’un Ahbarü’d-Düvel Âsâr’ül-Üvel, Hazerfen Hüseyin Efendinin Tenkihü’t-Tevârih, Müneccimbaşı Ahmed Dede Efendinin Câmiü’d-Düvel, Nâimâ olarak tanınan Mustafa Nâim’in Nâimâ Târihi, Şirvânî Ebû Bekir Efendinin Vessaf Târihi, Osmanzâde Tâib Ahmed Efendinin Hadîkat-ül-Mülûk, Ahmed Lutfi’nin Târih-i Lütfi, Ahmed Cevdet Paşanın Tezâkir, Mârûzât, Târih-i Vekâyi-i Devlet-i Âliyye, Mahmûd Celâleddîn’in Mir’at-ı Hakîkat, Abdurrahman Şerefüddîn Beyin Târih-i Devlet-i Osmaniyye, Franz Babinger’in Die Geschihtshreiber Osmanen und ihre Varke, Hammer-Purgstall’in Osmanlı İmparatorluğu Târihi isimli eserler meşhurdur.
0 Yorum:
Yorum Gönder