Divan Edebiyatı Sözlüğü
Beyit
Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi
içinde bağımsız bir yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir
beytin her dizesi kendi içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci
dizedeki anlam ikinci dizede de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım
birimi olarak sık kullanılır. Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu
için bağımsız tek bir şiir olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir
biçimlerinin bir parçası olarak ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit
temeline dayalıdır.
Divan edebiyatında, bir beyitteki
iki dize kendi içinde iki parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına
sadr, son parçasına aruz ya da harb denir. İkinci dizenin ilk parçası
ibtida, son parçası acz ya da darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz
arasında kalan bölüm haşv olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite
"beyt-i musarra", uyaksız olanlara "ferd" ya da "müfred" denir.
Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı
beyitlerin olduğu bölüme de "metali" denir. Örnek beyit:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız
Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden
Selimî (Padişah 2’nci Selim)
Bend (kıta)
Şiirde
iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve biçimine
göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve mısra
sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk
şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci ve
üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir
(yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi
aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani
ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları
kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba,
muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça anlamında kıta
diye adlandırılır.
Divan şiirinde kıta mahlassız
(imzasız) şiirdir ve mısraları arasında anlam bütünlüğü vardır. Bir
düşünceyi, hikmeti, nükteyi, yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu
edinebilir. Beyit sayısı ikiden fazla olan kıtalara "kıta-i kebire"
denir. Divanlar düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar
yer verilir. Bu bölüme de "mukattaat" denir.
Bahariye
Baharın
gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını, kelebeklerin
uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük kişilere sunulup
ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir bahariye
bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir bahariyesi
vardır.
Cemreviye
Divan şairlerinin
cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere sunmak için kaleme
aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır. Cemrenin bahar
müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de taşır. Cemreviyelere
genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer bölümlerinde bir
değişiklik yapılmaz.
Dariye
Divan
şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan şairlerinin
caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları sonucu
gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni
yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden
çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan
kitabeler de bir tür dariye sayılır.
Divan
Şairlerin
şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır. Bir tür
antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli bir düzene
göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan tertibi" bu tür divanlara
da "mürettep divan" adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside
(tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer
alır. En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur.
Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki
sırasına göre dizilir. Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar. Her
harften en az bir şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de
olmuştur.
Divançe
Küçük divan
anlamındadır. Düzen ve konuları divanlarla aynıdır. Yine kaside, tarih,
musammat, gazel ve kıta sırasını izler. Ama bir divançede bu bölümlerden
en az biri eksik olur. Divançe, belli türleri seven şairlerin bilinçli
bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan dolduracak kadar şiir
yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir. Figânî ve Fâzlı’nin
divançeleri bu türdendir.
Dünyevi ve tanrısal aşk
Divan
şiirinde aşk büyük yer tutar. Ama bu aşk hem dünyevi hem de
tasavvufidir. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak güzellik" olan
"tanrıyı bulmak"tır. Tanrısal aşk, maddi aşkla başlar. Bir güzele aşık
olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka
dönüştürerek tanrıya kavuşmak için çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla
işleyen şairlerin şiirlerinde ise tapınılacak bir varlık olarak kadın
önemlidir. Ama bu tür şiirlerde kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan
bezdirmektedir.
Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın
etkisinde kalan divan edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır. Her
sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı,
anlatım açısından "belagat kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçılar
ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen
gösterirler.
Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil,
ilham, kinaye, leff ü neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı
mürsel, teşhis ü intak gibi söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün
şiirler oluşturmaya çalışır. Divan edebiyatında şiirin estetik
kurallarına uymak, çoğu zaman konu ve içerikten öne geçmiştir.
Evliya tezkiresi
Din
ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile
kerametlerini anlatan yapıtlardır. İçinde İslam velilerinin yaşamlarına
ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır. Sinan
Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i
Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca
örnekleridir.
Fahriye
Divan şairlerinin
kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi övdükleri şiirlerdir.
Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye aynı zamanda kasidelerde
şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin bulunduğu beşinci bölüme
verilen isimdir.
Gazavatname
Gazaname
olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları, kahramanlıkları,
zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki edebi türdür. Arap
edebiyatında "magazi" diye bilinir. Türk edebiyatında ilk gazavatname
örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i
Rum’u bu türün örnekleri arasındadır.
Gazel
Divan
edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap
edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı
bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında
değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel
gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti ise "makta" adını
alır.
Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır
(musarra). Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk
beyitle uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel
"zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise "müselsel" gazel adıyla
bilinir. İlk beyitten sonraki beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel
olması gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son beyitten
güzel olmalı gerekir) denir.
Gazelin en güzel beyti ise
"beytü'l-gazel" ya da "şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası
önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci
ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine
"redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma adı, ya da tanındığı
ad) maktada ya da "hüsn-i" maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir
adla "mahlas beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır. Şairin mahlasını
tevriyeli kullanmasına "hüsn-i tahallüs" denir.
Dize
ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş ya da beyit
sayısı 5’in altında bulunan gazellere de "natamam" gazel denir. Başka
şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere
"tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün beyitlerinde aynı düşüncenin ele
alındığı gazeller "yekahenk gazel", her beyti öncekinden ustalıklı
biçimde söylenmiş gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır.
Gazeller
konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin acı,
mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller "aşıkane", içki,
yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara
"rindane" denir. Aşıkane gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri,
rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve
ten zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri,
"şuhane", öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri,
"hakimane gazel" denir.
Gazeller eskiden bestelenerek
okunurdu. Özelikle bestelenmek için yazılmış gazeller de vardır.
Gazelleri makamla okuyan kişilere "gazelhan", gazel yazan usta şairlere
ise "gazelsera" adı verilir.
Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.
Hamse
Bir
şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır.
Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk
edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk hamseyi Çağatay şairi
Ali Şir Nevai yazdı. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de
Hamdullah Hamdi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda
gerçekleşti. Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla
hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen
mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi
çevrelerde büyük saygı görürdü.
Hamamname
Hamamları,
hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek için
yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan edebiyatına
ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin Beşiktaş’taki bir
hamamı anlatan şiiri ile girmiştir.
Hezliyat
Alaylı
bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara, taşlamalara ve
sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir. Hezliyatta zarif bir
nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla karışık alaylı bir
dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri eseri bu türün
örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta şairlerindendir.
Hicviye
Bir
kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da şiir
türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes gibi
nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli
hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır.
ÖRNEK:
KITA
Şimdi hayl-i suhan-verân içre
Nef’î mânendi var mı bir şair
Sözleri Seba-i Muallâka’dır
İmrülkays kendidir kâfir
Şeyhüslam Yahyâ
(Şair,
"şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri Kabe’nin
duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir, İmrülkays’ın
ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi ifade eder.
Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama "Seba-i Muallâka"
Kabe henüz putperestlerin elinde iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays
ise şiirleri Kabe’de asılı ve müslüman olmayan bir şair. Sonuçta
Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi "kafirlikle" suçluyor.)
Hilye
Hazreti
Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek davranışlarını
konu alan eserlere "hilye" denir. Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş
halifeler için de hilyeler yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk
örneği Hakani’nin Hilye-i Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara
hattatlar tarafından yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır.
Hüsn-i talil
Nedeni
bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla
yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin iki
dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek
amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında
mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep,
acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i
talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir.
Örnek:
Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece
Ahmedî
"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi
Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."
Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.
İstiare
Bir
sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka
şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır,
benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle
yapılır.
İstiare üç yönden ele alınır:
1. Benzetme amacı bulunur,
2. Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır,
3. Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır.
Örnek:
"Soğuk ay öptü beyaz enseni"
Yahya Kemal Beyatlı
"Ay
öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü
asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün
asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz.
Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve
heyecanlı hale getiriyor.
İstiare genel olarak üç çeşide
ayrılır. Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare"
(istiare-i musarraha) denir.
Örnek:
"Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"
Mehmet Akif Ersoy
Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor.
Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir.
Örnek:
Her taraf kırık dökük
Dalların boynu bükük
"Kederliyiz" der gibi
Orhan Seyfi Orhon
Dallar
boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan
sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor.
Benzetmenin
temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak
yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı
verilir.
Örnek:
Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın
Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın
Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Faruk Nafiz Çamlıbel
Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor.
Kaside
Daha
çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside
şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz
(kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci
bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer alıyorsa
"nesib", bahar, doğa, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı
verilir.
İkinci bölüm girizgah ya da girizdir.
Genellikle tek beyitten oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye)
geçeceğini bildirir. Girizgah konuya uygun ve nükteli olmalıdır.
Üçüncü
bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya
ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini
içerir.
Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül,
5-12 beyit arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer
alabilir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir.
Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över.
Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir.
Kasideler,
nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i bahariyye,
kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır.
Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfiyle
bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye diye
anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat, methiye diye
bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir. Şairin adının
geçtiği beyite ise "tac beyit" denir.
Kırk hadis
Belli
bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara verilen
isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir. Hadislerin belli
başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları, Hazreti Muhammed
ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim ve bilgin,
siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan edebiyatında
hat kaygısıyla yazılmışlardır.
Kıssa
Öğüt
verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa adı
verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya da
kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları
anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı
Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir.
Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır.
Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha
sadedir.
Kısas-ı enbiya
Peygamberlerle
ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. İlk kısas-ı enbiya
Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı eseridir.
Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da Çağatay
Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı
Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i
Hulefa adlı eserleri sayılabilir.
Kıyafetname
İnsanların
fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya çalışan
eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına "kayif" ya da
"kıyafetşinas" adı verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği
Hamdullah Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk,
boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter
tahlilleri yer alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir
örnektir.
Kinaye
Bir sözü aynı zamanda
hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır. Sözün açık
söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla
kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da
geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam Yahyâ’nın, "Dilber
gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün
gülmesini anlamaya bir engel yok. Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok
sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam).
Türkçe deyimlerin
çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir. Kinayede sözün
başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe "kinaye-i karibe"
(yakın kinaye) denir. Eğer sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i
baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten
kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği birden
belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik kinaye) adı verilir.
Örnek:
Bulamadım dünyada gönüle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken
Sümmanî
Gül
ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor. Ancak asıl
kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem uzak kinaye
yapıyor.
Leff-ü neşr
Bir beyitte
birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan
şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci dizesinde
birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar
verilerek uygulanır.
Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir.
Örnek:
Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü
Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem
Fuzûlî
"Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez
Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum"
Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor.
Birinci
beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili
sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla
yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü
neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir.
Örnek:
Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile
Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile
Meâlî
"Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle
Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"
Saç
anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle
ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci
sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.
Lugaz
Herhangi
bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum
bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.
Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru
biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin
ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici
ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır.
Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki
bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir
kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
Örnek:
Nedir kim ol iki yüzlü münâfık
Nümâyan çihresinde levn-i âşık
Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır
Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır
(Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.)
Maktel-i Hüseyin
Hazreti
Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir üslupla
yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar
tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir
dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli
Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir.
Mecaz
Sözcükleri
gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili
kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze
güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için
kullanılır.
Örneğin:
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda
Yahya Kemal Beyatlı
Bu
dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda
sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme,
güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla
kullanılmasına örnektir.
Mecaz, Sözcük ve fikir
mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek
anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının
dışında bir amaçla kullanılır.
Menkıbname
Ya
da menakıbname olarak adlandırılır. Kahramanların, din büyüklerinin,
tarikat kurucularının, ermişlerin olağanüstü yaşamlarını ve
kerametlerini anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında 100’ü aşkın
menkıbname yazılmıştır. Bu yapıtlar içerik yönünden ya bir tarikatla
ilgilidir, örneğin Sakıb Bey’le Mustafa Dede’nin Sefine-i Nefise adlı
eseri gibi. Ya da bir ermişi konu edinir, örneğin Müstakimzade Süleyman
Saddedin’in Menkıb-ı İmam-ı Azam’ı gibi.
Mecaz-ı mürsel
Bir
sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma
sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük
yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram
arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine
sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık
gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine
somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza
okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli
türleri vardır.
Medhiye
Bir kimseyi
övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da düzyazıdır. Az
olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım biçimlerinde
mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi devlet ileri
gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri için
yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir.
Mersiye
Bir
ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek
amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm
törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir
anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend
biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış
manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî,
Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için
yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için
yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir. Hayvanların ölümü için
yazılmış mersiyeler de vardır.
Mesnevi
Bu şiir türünün geniş tanımını www.edebiyatturk.net "edebiyat" bölümünde bulabilirsiniz.
Mevlid
Hazreti
Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan yapıtlardır.
Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu isimle bilinir.
Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş, halkın
anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid Ebu’l-Cevzi
tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman Çelebi’nin eseri
olan Vesiletü’n-Necat’tır.
Mısra (dize)
Manzum
edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye
uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı
nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız
bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir. Divan
edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade
(bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin anlamlarını
tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da
aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve çarpıcı
anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen, dilden dile
dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da şah-mısra denir.
Miraciye
Hazreti
Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek başına
bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde bölümler
halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde yazılmıştır.
Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve sanatlı bir
üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın yazdığı
Miraciye bu türe örnektir.
Muamma
Belli
kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının sıfatlarından
biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma beyit, kıta gibi
küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi parçalarıyla yazılmış
muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî, Nâbî, Kınalızade Ali
Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı çok sayıda muamma
vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla muammasıyla bu alanın en
ünlü şairidir.
Örnek:
Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre
Nâbî
(Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar "nâ" ve "bî". Bu edatlar bize beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.)
Muaşşer
Aynı
ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin on
dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend ile
uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen yinelendiği
muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir. Bendlerin son beytinin ilk
bendin uyağına uygun olarak her bendde değişmesiyle yazılan muaşşerler
ise "müzdeviç muaşşer" adıyla tanımlanır.
Muhammes
Aynı
ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5
dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk
bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen
tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu dizelerin ilk
bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise "müzdeviç
muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8 arasında değişir. Muhammeslerde
çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf konuları ele alınır.
Murabba
Aynı
ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Murabbalarda
ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son dizesi ilk
bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen yinelendiği
murabbalara "mütekerrir murabba" denir. Her bendin son dizesi ilk bendle
yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa murabba "müzdeviç murabba" diye
tanımlanır. Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları
çoğunlukla dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye
gibi türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı
kullanılabilir. Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler.
Musammat
Ayrı
bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere uygulanan
bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba, muhammes,
müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis, taşdir,
tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i bend)
verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür
bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara
mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür
bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından
uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır.
Münacat
Konusu
tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da gazel,
kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13. yüzyıldan
sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına koydukları
münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın yüce ve
güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir.
Münazara
Karşıt
iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı yapıtlardır. Şiir
ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden bölümler içeren
münazaralar da vardır.
Münşeat
Mektuplardan
ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt. Kapsamına göre
üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar, genellikle devlet
büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki düzyazılardır. Her türden
kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını, son sözlerini, bu yazılara
uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir araya getiren münşeat. Ve son
olarak şairlerin mektuplarından oluşan münşeatlar.
Müseddes
Aynı
ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin
bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki dizesi ilk
bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her bendin
sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes", sonraki bendler ile ilk bend
yalnızca uyak yönünden benziyorsa "müzdeviç müseddes" adını alır.
Müseddeslerin uzunluğu 5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve
felsefedir.
Müsemmem
Sekiz dizeden
oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az kullanılmıştır. Divan
edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr Dede'nin ölümü üzerine
yazdığı mersiyedir.
Müstezat
Arapça
ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize
ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun "mef’ulü/
mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden
sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan mef’ulü/ feûlün kalıbına
uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir.
Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan 4
dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı
bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan müstezatlar da
vardır. Tez ziyadeli müstezatlara "sade" çitf ziyadeli olanlara ise
"çift" adı verilir.
Naat
Hazreti
Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti Muhammed’in
çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu şiirler daha
çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların başında tevhid ve
münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla ünlü kişilere
na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise na’t-han denir.
Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en tanınmış na’t’ıdır. Türk
tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla bilinir.
Rahşiye
Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV. Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur.
Örnek:
Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ
Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ
Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte
Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ
Nef'î
Rubai
Kendine
özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir. Rubailerde
birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize serbesttir. İki
beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır. Her dizesi
birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i musarra" ya da "terane" adı
verilir. Rubainin aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan
mef'ûlü birimiyle başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle
başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların sonu "faül" ya da
"fa" birimiyle biter.
Rubainin her dizesi ayrı bir
ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi de aynı ölçüde olabilir. Türk divan
şiirinde daha çok ahreb kalıbına rastlanır. Rubailer genellikle
mahlassız şiirlerdir. Ve divan şairlerinin divanlarının sonunda
rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar. Bu türün tartışmasız en büyük
şairi Ömer Hayyam’dır.
Türk edebiyatında Mevlana’nın
Farsça yazdığı felsefi rubiler bu türün hızla yayılmasına neden oldu.
Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu türün en usta örneklerini verdiler.
Divan edebiyatında 17. yüzyıl rubainin altın çağı oldu. Azamizade
Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile en büyük Osmanlı rubai şairi olarak
tanındı. Cumhuriyet döneminin en büyük rubai ustası ise Yahya Kemal
Beyatlı’dır.
Sahilname
Divan şairlerinin
İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini, yaşayış
biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine az
rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır.
Sakiname
Divan
edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki alemlerinin
övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm sonlarında bazen
sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak yer alır. Türk
edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren sakinamelerin ilk
örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir.
Sefaretname
Siyasal
bir görevle yurtdışına gönderilen elçilerin ya da bunların yanlarında
bulunanların gittikleri yerin durumuna ve özelliklerine ilişkin
izlenimlerini, görüşlerini, olayları anlattıkları yapıtlardır. En
tanınmış örneklerden biri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin
Sefaretnamesi’dir.
Seyahatname
Yazarların
gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri
aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir. Temel amaç,
yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal
yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Seyahatnameler çoğu
kez tarihsel birer yapıt olarak görülür. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si
bu türe güzel bir örnektir.
Siyasetname
Devlet
adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi yapıtların
genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış olan
siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın
koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün nasıl
olması gerektiği belirtilir. Ve kötü yönetimlerin zararlı sonuçları
açıklanarak, yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için yazılmış
siyasetnameler de vardır. Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu veziri
Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı Siyasetname’dir.
Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has Hacib’in
Kudatgu Bilig adlı kitabıdır.
Siyer
Hazreti
Muhammed’in yaşam öyküsünü ya da halifeler ve hükümdarların savaş ve
barış dönemlerindeki uygulamalarını, uluslararası ilişkileri konu edinen
düz yazı biçimidir.
Surname
Şehzadelerin
sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan şiir ya da
düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına
ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir özellik taşırlar.
Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler. Figani’nin Kanuni Sultan
Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı Suriyye Kasidesi türün en
iyi örneğidir.
Şarkı
Divan şiirinde
bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve çoğunlukla 4 dizelik
bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden kurulan musammat da
denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik bendlerden de oluşabilir.
Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu dizenin anlam bakımından daha
özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü dizeye ise nakarat denir. Aşk,
sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi konularda yazılır. Divan
edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i Kadîm’dir. 28 şarkısıyla Nedîm de
bu türün en güzel örneklerini vermiştir.
Şehrengiz
Bir
kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik
mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat, na't gibi
bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir ve kente
övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan sonra kentin
güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan edebiyatında ilk
şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir.
Tahmis
Bir
gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek
oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin gazeline
yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de vardır.
Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam bakımından
kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası ile aynı
kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o beyitlerin ilk
mısraları ile kafiyelidir.
Tardiye
Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür.
Tarih
Geçmiş
olayları, geçmiş belli bir dönemi, belli bir kişi ya da kahramanı
çevresi ve dönemiyle birlikte anlatan sanatlı düzyazı türüdür.
Tarih düşürme
Önem
verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir cümle,
biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün harfleri
hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler
hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas alınacaksa
tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı değerlerinin
toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de tamiyeli tarih
denir.
Tariz
Birini küçük düşürmek ya da
biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi bir sözle nükte
yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya da mecaz anlam yerine
doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur.
Taşdir
Tahmisin
değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her beytinin
başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının arasına üç
mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de denir.
Taşir
İkili
dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek 10'lu
beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis türlerinde
olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.
Tecahül-i arif
Bir
anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir
şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu
nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda
bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden
geçişi belirtmek (tedellüh).
Bilinen şey bilinmiyormuş
gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır. bu yapılırken
mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır.
Örneğin:
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Fuzûlî
"Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir
Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"
Fuzûlî,
kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi
davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu
(mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor.
Telmih
Bilinen
bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma
sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma
konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında
özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an
ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur.
Örneğin:
Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin
Nîbî
Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor.
Terci-i bend / terkib-i bend
Uyakları
gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı verilen 5-10 beyitlik şiir
parçalarının (genellikle 5-12 hane) "vasıta" denen ve sürekli yinelenen
bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Vasıta
beyitinin her hanenin sonunda değişmesi durumunda şiir terkib-i bend
olur.
Tesdis
Terbî ve tahmise benzer.
Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her beytinin üzerine dört
dize daha ekleyerek altılı beyitler haline getirilmesiyle oluşur. Tesdis
tek bir beyite de uygulanabilir. Divan edebiyatında çok az
kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere
uygulanır.
Tesbi
Bir başka şairin bir
gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha eklenerek yedili beyitler
haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve tesdis türünde olduğu gibi
genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi de eklenen dizelerin
kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır.
Teşbih
Sözü
daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da
kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki gibi
kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye
benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:
Müşebbehün-bin
(benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da
kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan. Örneğimizde "tilki".
Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde "adam".
Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde "kurnazlık".
Edat-ı
teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi
kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde "gibi".
Örneğin
"Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan"
kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme
edatıdır.
Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:
Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
Benzetme
yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme).
Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır.
Benzetme
ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir. (pekiştirilmiş benzetme).
Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci
kullanılmamış.
Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet."
Teşhis-ü intak
Cansız
varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma, canlandırma,
konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler kazandırma
sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan özelliği
verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir. Teşhis ve
intak daha çok fabllara kullanılır.
Teşhise örnek:
Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar
Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar
Emin Bülend Serdaroğlu
Şair,
ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri ağlatıyor.
Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı yapıyor.
Tevhid
Tanrının
birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir. Genellikle kaside
biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü, sıfatları,
kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden
soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve
ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır.
Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini
Nâbî yazmıştır.
Tezkire
Ünlü kişilerin
yaşam öykülerinin toplandığı yapıt. Şairlerin yaşam öykülerini
anlatanlara Tezkiretü’ş-şuara ya da tezkire-i şuara, din adamlarının
yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l evliya, hattatların yaşam
öykülerini anlatanlana tezkiretü’l-hattatin, bilginlerin yaşam
öykülerini anlatanlara tezkire-i ilmiye, Halvetiye tarikatı şeyhlerinin
yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l- halvetiye, müzikçilerin yaşam
öykülerini anlatanlara tezkire-i musikişinasan denir. Tezkireler ilk kez
İran edebiyatında ortaya çıktı. Türk edebiyatının ilk
tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai Mecalisü'n-Nefais adıyla yazdı.
Tezmin
İkili
dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek 8’li
beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu gibi
genellikle eksik gazellere uygulanır.
Tuyuğ
Halk
edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır. Tuyuk
da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü dizeleri
uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün fâilâtün
fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen dört mısra
birbiriyle kafiyeli olabilir.
Uyak (kafiye)
Şiirde
dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak olarak
adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam bakımından
farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum sağlamak ve
genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü edebiyat
ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir.
Ses
benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır. Yalnızca
bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım uyak" denir. En az bir
hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün benzediği uyaklara "tam uyak" ya da
"yalın uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği
ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı olduğu halde,
anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu sözcüklerin yan yana
gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya çıkan benzerliğe
"cinaslı uyak" denir. Uyak, divan edebiyatında aruz kadar büyük önem
taşır. Divan şiirini belirleyen temel ilkelerden biri uyak düzenidir.
0 Yorum:
Yorum Gönder