Köye Yöneliş Akımı
Şiirde olduğu gibi öykü ve romanda da asıl dönüm noktası 1930’lardadır. Sadri Ertem Resimli Ay’da yayımlanan (1928) öykülerine Vakit gazetesinin ekinde yenilerini ekleyerek (1930-31) toplumcu gerçekçiliğe yönelen yazının ilk örneklerini verirken, Almanya’dan dönen Sabahattin Ali de yine Resimli Ay’da bu yoldaki ilk öykülerini yayımlar.
Ama bu dönemde, ne Vakit gazetesinde Sadri Ertem’in çevresinde toplanan Bekir Sıtkı Kunt, Reşat Enis Aygen gibi gençlerin, ne de Sabahattin Ali’nin toplumcu gerçekçiliği başarıyla uyguladıkları söylenebilir. Birinciler eleştirel bir tutumu gerçekleştirseler de gözlemciliği aşamazlar. Sabahattin Ali’nin gerçekçiliği ise coşumculuğun izlerini taşır.
Gözlemci tutumu, yalın anlatımıyla Memduh Şevket Esendal her iki çizgiye de bağlanmaz. Ama öykülerini yayımladığı 1925’ten sonra 1942’ye kadar siyasal konumu nedeniyle susmak zorunda kalışı yazındaki gelişmelerin dışına iter onu. Bu susuş, "edebiyat yapmak"tan kaçınan dil tutumu, olaydan çok bir durumu sergilemeyi amaçlayan öykü anlayışı ve anlattığı kişilere sevgi dolu yaklaşımı göz önünde tutulursa, gerçekçilik çizgisindeki öykücülüğümüz adına bir kayıptır. CHP Genel Sekreterliğinden ayrıldıktan (1942) sonra yeniden öykü yazarı olarak görünürse de aşılmıştır artık. Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçi çizgiyi geliştirmiş, toplumsal sorunlardan çok aydın bireyin, küçük adamın dünyasına yönelen duyarlığıyla Sait Faik yeni bir öykü anlayışı getirmiştir.
II. Dünya Savaşı yıllarında Reşat Enis, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Cevdet Kudret gerçekçi çizgide ürün verirlerken, Abdülhak Şinasi Hisar, geçmiş özlemiyle yüklü, bireyci yapıtlarıyla belirir. Ama toplumsal karşıtlıkların su yüzüne çıktığı, toprak reformu tartışmalarının tek parti yönetiminde bölünmelere yol açtığı bir geçiş dönemidir yaşanan. Yazın da toplumsal, siyasal oluşumların dışında kalamaz doğal olarak. Üstelik yeni yetişen kuşak, iktidarla devleti özdeş görmemekte, iktidara karşı çıkabilmektedir artık. Bu karşı çıkış, köy ve köylüden başlayarak dönemin Türkiyesi’nin hemen bütün toplumsal sorunlarının gündeme getirilmesine yol açar. Çok partili döneme geçişi izleyen yıllarda ve 1950’lerde ise köye yöneliş egemen bir tutum olarak görünür.
Temelde bir akım sayamayacağımız, ama toplumcu gerçekçi çizgide bir çığır görünümünü alan bu yöneliş, Köy Enstitülü sanatçılarla, köy kökenli ya da köyü yakından tanıyan yazarların birbiri ardına ürün vermeleriyle yaygınlaşmıştır. Mahmut Makal’ın köy notlarını topladığı Bizim Köy’ü (1950), öğrenim yıllarında hemen hepsi şiirle yazına giren Köy Enstitülü yazarları benzeri örnekler üretmeye iter. Bunu 1954-1955 yıllarında Orhan Kemal (Bereketli Yapraklar Üzerinde), Yaşar Kemal (İnce Memed, Teneke) ve Kemal Tahir’in (Sağırdere) köye toplumcu bir bakış açısıyla yaklaşan yapıtları izler. 1960’a gelirken, Reşat Enis, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz, İlhan Tarus, Orhan Hançerlioğlu, Talip Apaydın, Sunullah Arısoy, Necati Cumalı, Fakir Baykurt gibi sanatçıların öykü ve romanlarıyla köyü konu alan zengin bir yazın oluşmuştur.
Yanlış bir deyimlemeyle köy romanı olarak anılan bu dönem yapıtlarında, en çok kalıplaşmış bir tiplemeye gidilmesi eleştirilmiş, kimi öykü ve romanlarda bölgesel konuşma özelliklerine, ağıza yer verilmesi anlatım dili olarak yanlış bulunmuştur. Gerçekten, bu yapıtlarda basmakalıp tipler yinelenmiş, köyün ve köylünün sorunlarına, bir bakıma bilimsellikten uzak coşumcu çözümler getirildiği ya da gerçekliğin yanlış kavrandığı olmuştur. Ama ne kötü örnekler, ne de bakış açısının gelişmememişliğinden doğan yetersizlikler, köy konu edinen yazını olumsuzlamaya yetmez. Bu yapıtlarla, en azından köy ve köylü gerçek boyutlarıyla yazınımıza girmekle kalmamış, toplumcu gerçekçi çizgide de bir aşama geçilmiştir. Nitekim 1960’tan sonra düşünsel ortamın gelişimine bağlı olarak yazının da toplumsal gerçekliği daha bilinçli bir bakış açısıyla kavramaya çalıştığı, yazınsal birikimi değerlendirerek kendini aştığı görülür.
0 Yorum:
Yorum Gönder