Condoleezza Rice

A.B.D. ulusal güvenlik danışmanı.

Dr. Condoleezza Rice, 22 Ocak 2001'de Başkanın Ulusal Güvenlik İlişkileri Yardımcısı (genelde Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak adlandırılır) oldu.

Haziran 1999'da Stanford Üniversitesinde 6 sene süren doçentliğini tamamladı. Bu süre içinde aynı zamanda Rektör Yarımcılığı görevini de yürüttü. Rektör Yardımcısı olarak, yıllık 1.5 milyar $ bütçeden ve 1400 fakülte üyesi ile 14000 öğrenciden sorumluydu.

Stanford'daki fakültede Siyaset Bilimi öğretim üyesi olarak 1981 itibaren çalıştı ve bu süre zarfında iki öğretim ödülü aldı (1984'de "Walter J. Gores Award for Excellence in Teaching" ve 1993'de "School of Humanities and Sciences Dean's Award for Distinguished Teaching")

Stanford'dayken Uluslar arası Güvenlik ve Silahlanma Kontrol Merkezi üyeliği, Uluslar arası Çalışmalar Enstitüsü kıdemli üyeliği ve Hoover Enstitüsü üyeliği yaptı. Yazdığı kitaplar; Philip Zelikow ile "Birleşmiş Almanya ve Dönüştürülmüş Avrupa" (1995), Alexander Dallin ile "Gorbaçov Dönemi" (1986) ve "Şüpheli Sadakat: Sovyetler Birliği ve Çekoslavak Ordusu" (1984). Ayrıca, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'nın dışişleri ve savunma politikaları üzerine çok sayıda makale yazdı ve Birleşik Devletler Moskova Büyükelçisi'nin residansından İngiliz Milletler Topluluğuna, 1992 ve 2000'de Cumhuriyetçiler toplantılarına kadar çok yerde konuşmalar yaptı.

Almanya'nın birleşmesinin ve Sovyetler Birliğinin son zamanları olan 1989'dan Mart 1991'e kadar Bush yönetiminde Ulusal Güvenlik Konseyinin Sovyet ve Doğu Avrupa İlişkilerinde Direktör ve Kıdemli Direktör; ve Ulusal Güvenlik İlişkilerinde Başkanın özel asistanı olarak görev yaptı. 1986 senesinde Uluslar arası İlişkiler Konseyinin üyesiyken, Genelkurmay Başkanının özel asistanı olarak da çalıştı.

Condoleezza Rice, 14 Kasım 1954'de Birmingham, Alabama'da doğdu. Lisansını Siyaset Bilimi üzerine Denver Üniversitesinden 1974 senesinde aldı. 1975 yılında Notre Dame Üniversitesinden master'ını, 1981 yılında Denver Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Lisans üstü Eğitim Biriminden doktorasını aldı. Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi üyesidir. Morehouse Kolejinden 1991 senesinde, Alabama Üniversitesinden 1994 yılında, Notre Dame Üniversitesinden 1995 yılında ve Mississippi Koleji Hukuk Fakültesinden 2003 senesinde fahri doktora unvanları aldı. Washington D.C.'de ikamet etmektedir.

Cynthia Nixon

Cynthia Ellen Nixon, 1966 doğumlu Amerikalı oyuncu. Nixon, “Sex and the City: The Movie” dizisinde oynadığı “Miranda Hobbes” karakteri ile dünya çapında üne kavuştu, aynı zamanda Tony ve Emmy Ödülleri’nin sahibi oldu. 12 yaşından beri Broadway yapımlarında oynuyor.

Cynthia Nixon, 9 Nisan 1966’da New York, Amerika’da doğdu. Babası Walter Nixon ile annesi Anne Nixon, oyuncu küçükken boşandı. Nixon henüz 12 yaşındayken “The Seven Wishes of a Rich Kid” adlı oyunda sahne aldı. Ardından 1980’de “Little Darlings” adlı filmde ve “The Philadelphia Story” adlı Broadway yapımında rol aldı. Bu yapımlardaki başarılarının ardından 1981 tarihli “Prince of the City”, 1982 tarihli televizyon filmi “My Body, My Child”, aynı yıl Broadway yapımı “Lady Breeze”, “I Am the Cheese” (1983) ve “Lemon Sky”(1985) geldi.

Bu sırada Hunter College Lisesi’nde öğrenimini tamamlayan Nixon, Barbard Üniversitesi’ne girdiği yıl, 1984’te, çok popüler olan iki Broadway yapımında rol aldı. Bunlardan bir tanesi Jeremy Irons’ın da kadrosunda bulunduğu “The Real Thing”, diğeri “Hurlyburly” idi. Aynı yıl Nixon’ın, Mozart’ın hizmetçisini oynadığı “Amadeus” filmi Oskar aldı ve Nixon bu küçük ama önemli rol sayesinde kariyerinin dönüm noktasını yaşadı.

Nixon, ilk öne çıkan rolünü 1986’da “The Manhattan Project” filminde sergiledi. 1988’de NBC kanalı için çekilen mini dizi “The Murder of Mary Phagan”da Kevin Spacey gibi ünlülerle rol aldı ve aynı yıl vizyona giren “Tanner ’88” filminde oynadı. New York Shakespeare Festivali’nde “Romeo ve Juliet” oyununda “Juliet”i canlandırdı. Pulitzer ödüllü “The Heidi Chronicles”ta, 1994 tarihli “Angels in America” adlı 2 bölümlük dizide oynadı. “Indiscretions”taki rolüyle Tony Ödülü adaylığı aldı. Aynı zamanda “The Drama Dept” adlı tiyatro grubunun kurucuları arasına katıldı; grubun oyuncuları arasında Sarah Jessica Parker, Dylan Baker gibi isimler bulunuyordu.

1990lı yıllarda “Addams Family” (1993), “Marvin’s Room” (1996) ve “The Out-of-Towners” (1999) gibi filmlerde rol aldı ancak esas çıkışını 1998’de “Sex and the City” dizisindeki “Miranda Hobbes” rolüyle gerçekleştirdi. Bu rolle 2002 ve 2003’te “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında Emmy Ödülü adaylığı aldı ve 2004 yılında ödülün sahibi oldu.

Dizideki başarısı, Nixon’a 2000 yılında “Advice from a Caterpillar” filmiyle ilk başrolünü getirdi. Aynı yıl “Papa’s Angels”, 2002’de “Igby Goes Down”da ve “The Women” adlı tiyatro oyununda rol aldı.

“Sex and the City”nin bitmesinin ardından popülaritesini kaybetmeyen Nixon, er dizisine konuk oyuncu olarak katıldı, 2005’te “Warm Springs” dizinin kadrosundaydı. Buradaki rolüyle Emmy Ödülü adaylığı aldı. Yine 2005’te tüm dünyada popüler olan “house” adlı dizide bir hastayı canlandırdı. 2006’da “The Rabbit Hole” oyunundaki rolüyle Tony Ödülü sahibi oldu.

Nixon, 1988 – 2003 yılları arasında Danny Mozes adlı İngiliz bir profesörle birlikteydi. Bu birliktelikten de 1996 doğumlu Samantha isimli bir kızı ve 2002 doğumlu Charles adlı bir oğlu oldu. 2004 yılından itibaren ise Christine Marinoni isimli bir bayanla birlikte olmaya başladı ve oyuncu bu ilişkinin başlamasından bir süre sonra, bir ropörtajında biseksüel olduğunu ve Marinoni’ye aşık olduğunu söyledi.

Nixon, birkaç yıl once göğüs kanserine yakalandı ancak bunu kamuoyundan saklamayı tercih etti. 1.80 metre boyundaki oyuncu, “Sex and the City” kadrosunda Emmy Ödülü’nü kazanan tek yardımcı oyuncu olma özelliğini taşıyor.

Cristiano Ronaldo

Cristiano Ronaldo dos Santos Aveiro, Portekiz ve Manchester United'ın yıldız oyuncusu.

5 Şubat 1985'te Portekiz'in Funchal kentinde doğdu. Babası'nın Ronald Regan hayranlığı nedeniyle "Ronaldo" ismini aldı. 8 yaşında, babasının malzemecilik görevini yaptığı Andorinha takımında amatör olarak futbola başladı. Güzel oyunuyla daima göze batan oyuncu, ismini Sporting Lisbon'a kadar duyurmayı başardı. Bu takımda ilk kez profesyonel olarak forma giydi. 2002 - 2003 sezonunda Sporting Lisbon'da 18 maçta 3 gol attı.

17 yaş altı Milli Takımda gösterdiği performans ile Juventus, Liverpool gibi Avrupa'nın köklü kulüplerini peşinden koşturdu. Sonunda Manchester United ile anlaştı. Bu takımla ilk maçına 16 Ağustos 2003'te Bolton Wanderers'a karşı çıktı. David Beckham'ın 7 numaralı formasını devralan oyuncu bu formanın hakkını her zaman verdi ve İngiltere'deki ilk sezonunda Sir Matt Busby Yılın Futbolcusu ödülünü aldı.

Futbol kariyeri dışında, arabadan ayakkabıya çeşitli reklam filmlerinde oynadı. 2006 - 2007 Sezonunda, Kaká ve Lionel Messi'den sonra FIFA Dünyanın en iyi üçüncü futbolcusu seçildi. 2007 - 2008 sezonunda ligde attığı 31 golle gol kralı oldu. Aynı sezon bir önceki yılda da olduğu gibi İngiltere'de yılın en iyi futbolcusu ve yılın en iyi genç futbolcusu seçildi. Yine aynı sezonda kritik bir penaltı kaçırmasına rağmen takımı Şampiyonlar ligi Şampiyonu oldu.

Manchester United'lı oyuncu Euro 2008'de Portekiz milli takımı kadrosunda yer alıyor.

Courtney Love

Amerikalı müzisyen ve aktris. Gerçek adı Courtney Michelle Harrison'dır. Rock müziğin en renkli kadın vokallerinden biri olan Love, Kurt Kobain'le olan evliliği ve Kobain'in intiharı nedeniyle oldukça fırtınalı bir hayat sürmüş, müzik ve sinema alanında önemli performanslar gerçekleştirmiştir. Punk-rock türünde büyük başarılara imza atan sanatçı grubu Hole'la birlikte hazırladıkları albümlerle döneminin en çok ses getiren müzisyenlerinden biri olmuştur.

9 Temmuz 1964 tarihinde Oregon, Kaliforniya, Amerika'da dünyaya geldi. Love henüz beş yaşındayken anne babası ayrıldı. Sorunlu bir çocukluk geçiren sanatçı, 16 yaşında kendi başına yaşamaya başladı. Öncesinde de annesiyle birlikte aralarında Japonya, Tayvan, Guam ve Alaska'nın da olduğu birçok farklı ülkede bulundu. Sonunda Portland'a geri dönen Love, hayatını kazanmak için striptiz yapmaya başladı. Punk rock ve new wave dinleyen sanatçının en büyük düşü müzik yapmaktı. Bir dönem Japonya ve İrlanda'da da bulunan Love, daha sonra İngiltere'ye gitti. Burada seksenlerin Liverpool post-punk ortamıyla tanışması Love'un müzikal kimliğini oldukça etkileyecekti. Faith No More isimli bir grupta kısa bir süre vokal yaptıktan sonra yeniden Amerika'ya dönmesi uzun sürmeyecekti. Portland'da yolu Kat Bjelland’la kesiştikten sonra ikili aralarına Jennifer Finch’i de alarak Sugar Baby Doll grubunu kurdular. Grup, Love'ın kısa soluklu müzik projelerinden biri oldu ve Sugar Baby Doll'u, The Pagan Barbies'le Babes in Toyland izledi. Ancak üyelerle yaşadığı problemler nedeniyle çaldığı gruplardan atıldı.

Love o dönemde Alex Cox'un Straight To Hell fiminin de aralarında olduğu ufak tefek rollerde izleyici karşısına çıkmaya başlamış ve gitar çalmayı öğrenmişti. Yeni bir grup kurmak isteyen sanatçı bu amaçla gazeteye bir ilan verdi ve bu sayede müzisyen Eric Erlandson'la tanıştı. Bu önemli tanışma daha sonra birçok grup ve müzisyene ilham verecek olan Hole grubunun temellerinin atılması niteliğindeydi. İlk konserlerini 1989 yılında veren grup ilk stüdyo albümleriniyse 1991'de dinleyiciyle buluşturdular. Pretty on the Inside adını taşıyan albümün prodüktörlüğünü Kim Gordon ve Don Flemming yapmıştı. Bir plak şirketine bağlı olmaksızın çıkardıkları bu albümle ikili, oldukça iyi bir satış başarısı elde edip müzik eleştirmenlerinin dikkatini çektiler. Love'ın punk-rock türündeki bu ses getiren başlangıcı onun Michael Stripe ve Billy Corgan gibi isimlerle karşılaşmasına neden oldu. Aynı dönemde hayatının aşkı Kurt Kobain'le de tanışan Love, müzisyenle uzun soluklu bir ilişkiye başladı. Çift 1992'de dünya evine girdi ve tabloid gazetelerin gözdesi oldular. Aynı yıl çocukları dünyaya geldi. Ancak mutlulukları uzun sürmeyecekti. Nirvana grubunun vokali Kobain, yaşadığı bunalım sonucu altın çağını yaşadığı bir dönemde ardında bir mektup bırakarak intihar etti. Müzik dünyasını ayağa kaldıran bu ölüm Love'ın hayatında da oldukça trajik bir dönemin başlangıcı oldu. Zira Kobain'in ölümüyle ilgili olarak bir çok spekülasyon vardı ve bunlardan biri de müzisyenin intihar etmediği öldürülmediği yönündeydi. Sanatçının hayranları da bu yüzden ikiye bölünmüştü. Bazı görüşlere göre Kobain'in intiharının nedeni Love'dı.

Kobain'in Love'a en büyük mirası 2 yaşındaki çocuklarıydı. Yalnız başına oğullarını büyütmek ve bu zorlu olayla başa çıkmak zorunda kalan Love, yeniden müziğe sarıldı. Grubu Hole'la birlikte Live Through This albümünü yayınladı. Ancak üzerlerinde dolaşan kara bulut bir ölüm daha getirdi. Basçıları Kristen aşırı dozda uyuşturucu alması nedeniyle hayatını kaybetmişti. Kristen'ın yerine Billy Courgan’ın tavsiyesiyle Melisa Auf Der Maur’u gruba aldılar. İkinci albümlerini yayınlayan grup bu çalışmalarıyla yılın en iyi albümlerinden birine imza attılar. Platin plak kazandılar ve aynı yıl yani 1994'te Nine Inch Nails’in ön grubu olarak turneye çıktılar.

Courtney Love, renkli kişiliği ve güçlü ifadesiyle yönetmenlerin de dikkatini çekiyordu ve 1996 yılında Milos Forman’ın “The People vs. Larry Flynt” filminde başrolde izleyici karşısına çıktı. Bu yapımda canlandırdığı karakterle Golden Globe ödüllerinde en iyi kadın oyuncu adayı olan sanatçı, aynı dönemde 4 yıl sürecek uzun bir ilişki yaşayacağı Edward Norton'la tanıştı. Bir süre nişanlı kalan çift dört yılın sonunda yollarını ayırdılar.

Müzik çalışmalarına hız kazandıran müzisyen 1998 yılında Hole'la birlikte üçüncü stüdyo albümleri Celebrity Skin'i yayınladı. Rolling Stone dergisi albüme dört yıldız verdi ve Celebrity Skin yılın en başarılı punk-rock albümlerinden biri olarak kabul edildi. Aynı yıl aykırı müzisyen Marilyn Manson'la turneye çıktılar ancak anlaşmazlık nedeniyle turne programlarını sonlandırdılar.

Hole'un sonu da Love'ın yer aldığı diğer gruplar gibi oldu. Zira 2001'de çalan ayrılık çanları sonucu müzisyen, Veruca Salt’tan Louise Post’la birlikte Bastard ismini verdikleri grubu kurdu. Ancak basçıyla Gina Crosley'le anlaşamamaları nedeniyle Bastard'ın sonu da kısa sürede geldi. Bu dönemden sonra kendi solo kariyerine odaklanan Love, America’s Sweetheart isimli ilk albümünü 2004'te yayınladı. Beklenen başarıyı kazanamayan albüm, Love'ı hayal kırıklığına uğrattı.

Tedavi gören sanatçı rehabilitasyon sürecinin ardından yeniden albüm hazırlığına girişti. 2005 senesinde başladığı ve Billy Corgan'la çalıştığı “Nobody’s Daughter” adlı albümün prodüktörlüğünü Linda Perry yaptı. Çıkış tarihi sürekli ertelenen albümün, 2008’in ortalarına doğru müzik marketlerde yer alacağı açıklandı.

Conrad Potter Aiken

1889-1973

Gürcistan asıllı ünlü yazar ve şair.

Conrad Potter Aiken, 5 Ağustos 1889'da Savannah, Gürcistan'da doğdu. Aiken henüz çocukluk yıllarındayken, evinde anne ve babasının cesetleri ile karşılaşması sonucu ciddi bir travma geçirdi. Doktor olan babası, annesini ve kendisini öldürmüştü. Bu olayın ardından 11 yaşında Massachusetts'deki teyzesine gönderildi ve onun yanında yaşamaya başladı.

Harvard'a girmeden önce özel okullar olan Middlesex School ve Concord'da eğitim aldı. Harvard'ta T.S.Eliot ile aynı sınıftaydı. 1912'de Eliot, Walter Lippman, Van Wyck Brooks, ve E.E. Cummings ile aynı dönemde Harvard'tan mezun oldu.

Belli bir süre gazete muhabiri olarak çalıştıktan sonra, kendini yazmaya adadı. Bu dönemde ufak bir kazancıda vardı. Şiirlerinde ve yazılarında Sigismund Schlomo Freud, Havelock Ellis, William James, Edgar Allan Poe gibi önemli yazar ve düşünürlerin yazı ve görüşlerine de yer verdi.

Aiken'in ilk şiir koleksyonu, "Earth Triumphant"ın, 1914'de yayınlanması, Aiken adının şair olarak tanınmasının öncüsü oldu.

Confucius

0551-0497

Bir bilge, öğretici ve devrimci olan Confucius, aklının ve erdeminin gücü ile kendi adını taşıyan bir düşünce sistemi geliştirmiş ve bunu dünyanın en sağlam ve tutarlı öğretileri arasına yerleştirmiştir. İsa'dan altı yüzyıl önce ölen Confucius eserleriyle yaşamakta ve hala anılmaktadır.

Confucius, M.Ö. 551 yılında, Shantung bölgesinde bulunan Lu eyaletinde doğdu. Babası Shuh-liang Heih, Tsow bölgesinin komutanı ve önemli bir kişiydi. Birçok kızı vardı ama hiç erkek çocuğu olmamıştı. Yetmiş yaşında tekrar evlenen Shuh-liang Heih, sonunda bir erkek çocuğa kavuştu.

Eski çağlarda yaşamış birçok önemli kişinin doğumu için anlatıldığı gibi Confucius'un doğumu üzerine de birçok efsane anlatılır. Annesi Ching-tsai, bir oğlu olması için Tanrı'ya dua eder, bir gece düşünde kendisine görünen Tanrı, ona; '' Bir oğlun olacak fakat bunu bir dut ağacında doğurmalısın'' der. Bunun üzerine Shuh-liang Heih, karısını doğurması için '' Boş Dut Ağacı'' adlı tepedeki bir kovuğa götürür.

Confucius dünyaya gelirken ejderhalar ve orman perileri bu kovuğun önünde bekçilik ederler. Ching-tsai, çalgı sesleriyle birlikte, '' Kutsal oğlunun doğumu gökyüzünü bile duygulandırdı. Onun için yeryüzüne ezgiler gönderiyor,'' diye bir ses işitir. Bebeğin vücudunda kırk dokuz işaret vardır ve ayrıca şu sözler yazılıdır: '' Bu çocuk, dünyaya ilkeler getirecek ve insanlığın durumunu düzeltecektir!'' Kovuğun içinde bir kaynak oluşur ve sularla birlikte bir taş ortaya çıkar. Bu taşın üzerinde ''Suyun özünden dünyaya gelen bu çocuk taçsız bir kral olacak'' yazar.

Confucius 3 yaşındayken babası öldü ve ailesi yoksullaştı. Geçimlerini sağlamak için biricik oğullarının çalışması gerekti. Ama bu Confucius'u öğrenmekten alıkoymadı ve on üç yaşına geldiğinde bilgeler katına ulaştı.

Confucius on dokuzuna geldiğinde evlendi ve bir erkek iki kız çocuğu oldu. Fakat bilgili bir kişi ve akıllı bir yönetici olma isteği gittikçe artan Confucius için evlilk ve aile bağları pek kuvvetli olmadı. Evlendikten kısa bir süre sonra, bir ambarda resmi bir görev aldı, daha sonra da bahçe ve sürülerin denetleme görevine atandı.

Yirmi iki yaşında bir okul kuran Confucius, 'doğru davranış ve doğru yönetim' ilkelerini yaymaya başladı. Öğretici ve yönetici olarak ün kazanmaya başladı. Yönetici yönüyle, eskiden beri süregelen yolsuzluklara karşı çıkaran görevine bağlı bir devrimci olarak bilinirdi. Öğretici olarak ise, tarih ve felsefe konularında derin bilgisi, ve ahlak ilkeleriyle tanınırdı.

M.Ö. 517 yılnda Lu eyaletinin ileri gelen kişilerinin oğullarına ders verdi. Daha sonra imparatorluk başkentine gider Confucius, burada tarih araştırmaları yaptı ve müzik çalıştı. Müzik, Confucius'un çok ilgilendiği bir konuydu. Confucius'a göre müzik, dengenin anahtarıydı: gerçekten de öğretilerinde bu dengeden yararlanmıştır.

Başkentte bulunuduğu sırada çağdaşı olan, Çin'de yaygın üç büyük dinden biri olan Taoizmin kurucusu, büyük bilge Lao-tsze ile tanıştı. Lao-tsze kişilik bakımından Confucius'un tam tersiydi. Fakat büyüklük bakımından rakibiydi.

Kişilik ve görünüş olarak hiçbir ortak noktası olmayan bu iki insandan Lao-tsze, idealist ve mistik biri olarak Üstün Varlık'a inanırdı. Ona göre insanın gerçeğe ulaşması için dünya ile ilgili bütün isteklerden arınması ve Tao'nun bilincine varması, yani ruha nüfuz etmesi gerekirdi. Confucius ise pratik, becerikli ve dünya işleriyle ilgili bir adamdı. Hiçbir zaman kişisel tanrı tanımamıştı. Bu karşılaşma, Lao-tsze'yi etkilememiş; fakat taoizmin babası, Confucius üzerinde silinmeyecek bir izlenim bırakmıştı.

Confucius, elli iki yaşındayken eyaletindeki Chungtu şehri valiliğine atandı ve kısa zamnda bölgenin en büyük ceza yargıcı oldu.

Confucius, yoksulları doyurdu, güçlü ve güçsüz insanların adil bir şekilde görevlerini belirledi. Fiyatları sürekli denetledi ve devlet hazinesini, ticaretin gelişmesinde kullandı. Yollar ve köprüler yaptırarak ulaşımı kolaylaştırdı. Soyluların yetkilerin kısıtlayarak halkı ezilmekten kurtardı. Böylece adaletin önünde herkes eşit konuma gelmiş oldu.

Böyle bir politika, halk tarafından tutulmasına rağmen seçkin sınıfın çıkarlarına ters düştüğünden, Confucius'a devlet işlerinden el çektirildi ve sürüldü.

Confucius'un görevi ancak üç yıl sürmüştü, ne var ki yurduna dönebilmesi için on üç uzun yıl geçmesi grekti. Kafasındaki ütopik ülkeyi gerçekleştirebilmesi için bir prensin bütün ülkeyi onun yönetimine bırakmasını düşleyerek on üç yıl bir ülkeden diğerine dolaştı. Fakat hep eli boş dönmek zorunda kaldı.

Ömrünün son beş yılını eserini yazarak ve öğrencilerini eğiterek geçirdi. Bu sürede tek eseri '' Chun Chiu King''i ( Bahar ve Güz ) yazdı. Ama Confucius'un önemi bu eseriyle değil Çin üzerinde çağlar boyunca bıraktığı etkiyle değerlendirilmelidir.

Ölümünden iki yüz yıl sonra Çin'in üzerindeki bu etkisini silmek için eserleri yakıldı, öğretilerini izleyen düşünürler ve bilim adamları öldürüldü. Fakat bu bir işe yaramadı. Confucius'un öğretileri yayılmaya devam etti. Hatta Çin parlementosu, ruhani alemlerle alakası olmayan Confucius'u, Çin Tanrısı ilan etmeyi bile düşündü.

Confucius, M.Ö. 479 yılında 72 yaşındayken öldü. K'iuh-fow şehrindeki mezarının başında bir mermer heykel ve bir yazıt bulunmaktadır: ''Çin'in en mükemmel öğreticisi ve en bilgili kralı burada yatmaktadır.''

Colin Farrell

Colin James Farrel, 1976 doğumlu İrlandalı sinema oyuncusu. Joel Schumacher'in 2000 yapımı Tigerland filmindeki Roland Bozz rolüyle tanınan aktöre sinema çevrelerince, sektöre çok hızlı düşen ve güçlü etkiler bırakan anlamında, “meteor star” deniyor. Farrel’ın farkı ise aynı başarıyı devam ettirmesinde yatıyor.

Colin Farrel, 31 Mayıs 1976’da İrlanda’nın Castleknock kasabasında dünyaya geldi. Annesi Rita Monaghan ve babası FAI Cup şampiyonu İrlanda futbol kulüplerinden Shamrock Rovers FC eski futbolcularından Eamonn Farrell olan İrlandalı aktörün, Eamonn Jr. adında bir ağabeyi, Claudine(aynı zamanda Farrel’ın özel asistanlığını yapmakta) ve Catherine isminde de iki kız kardeşi var.

Eğitimine Castleknock’taki St. Briged’s National School’da başlayan ve ardından Castleknock College ve Gormanstown College’ı bitiren Colin Farrel, 1980’lerin sonlarından 1990’lı yılların başlarına kadar Castleknock Celtic’te kaleci olarak futbol oynadı. Her ne kadar genç yaşlarında babası gibi ünlü bir futbolcu olmayı istemişse de, bir drama okulu olan The Gaiety School of Acting’e girişiyle oyunculuk kariyeri şekillenmeye başladı. 1996’da okuldan mezun olmadan ayrıldı ve BBC’nin TV dizisi Ballykissangel ‘da; 1998-1999 yılları arasında ise Dierdre Purcell’in yine TV için hazırlanmış mini dizisi Falling For A Dancer’da rol aldı.

Colin Farrel, 1999’da Tim Roth’un ilk yönetmenlik denemesi olan The War Zone ve ardından 2000’de Thadedeus Sullivan’ın yönettiği ve Kevin Spacey’nin de rol aldığı Ordinary Decent Criminal’la seyirci karşısına çıktı.

Hiç şüphesiz Colin Farrell ilk çıkışını 2000 yapımı Joel Schemacher’ın yönettiği ve 1971 Lousiana’daki askerlerin anlatıldığı Tigerland isimli savaş filmiyle gerçekleştirdi. Farrel’ın filmde canlandırdığı Roland Bozz karakterinin, kendisinin gerçek hayattaki gem vurulamayan ve dikkatleri üzerine çeken yapısıyla örtüşmesi sayesinde oldukça iyi eleştiriler aldı. Bu filmin ardından 2001 yapımı American Outlaws filminde Jesse James karakterini canlandırdı ve bu filmle Hollywood’a transfer oldu.

2002’de tekrar bir Joel Schemacher filmi olan Phone Booth’da rol alan Colin Farrel, henüz yirmili yaşlarında Hollywood’un aranan aktörlerinden biri haline geldi. Kariyerine 2002’nin sonlarında, Bruce Willis’le başrollerini paylaştığı Hart’s War ile devam eden Farrel, aynı yıl içinde, Tom Cruise’un başrolünde olduğu Steven Spielberg filmi Minority Report’la da seyirci karşısına çıktı.

2003 yapımı Daredevil ve Al Pacino’yla oynadığı The Recruit, 2004 yapımı polisiye macera S.W.A.T. ve Alexander gibi pek çok iyi yapımda rol alan Colin Farrel, tek başına filmleri götürebilen bir aktör haline geldi.

2003 yılında People Dergisi’nin en güzel 50 insan listesine seçilen ve Company Dergisi’nin “Dünyanın en seksi adamı” oylamasında altıncı olan Colin Farrel’ın 12 yaşından bu yana kronik uykusuzluk sorunu var ve en sevdiği kitabın adı “Nietzsche Ağladığında”.

Kişisel hayatını kameralardan uzak yaşamayı tercih eden Colin Farrel film çekimlerinden arta kalan zamanını evim dediği İrlanda’da geçiriyor ve şu sözleriyle vatanına olan sevgisini vurguluyor:

“İrlandalı olmak benliğimin çok büyük bir parçası... Gittiğim her yere onu da götürüyorum.”

Temmuz 2001’de evlendiği İngiliz aktris Amelia Warner’la aynı yılın Kasım ayında boşanmalarının ardından Kanadalı model Kim Bordenave ile birlikte yaşamaya başladı ve çiftin 12 Eylül 2003 doğumlu James isminde bir oğulları var.

Clive Owen

İngiliz oyuncu. Tiyatro temelli Owen, karakter oyuncusu olarak ün yapmış, TV dizilerinden Hollywood’a geçiş sürecinde oldukça başarılı performansları olmuştur. Tiyatro oyununda da rol aldığı Closer’ın Mike Nichols yönetimindeki film versiyonunda canlandırdığı Larry karakteriyle oskara aday olmuş, BAFTA ve Golden Globe ödüllerini kazanmıştır.

3 Ekim 1964’te beş erkek çocuğun dördüncüsü olarak Keresley, Coventry, Warwickshire, İngiltere’de dünyaya geldi. Hannah ve Eve isimlerinde iki ablası da vardı. Country şarkıları söyleyen bir müzisyen olan babası, Owen henüz üç yaşındayken evi terk etti. Demiryollarında yazman olan üvey babası ve annesi tarafından büyütülen Owen, 19 yaşında öz babasıyla yeniden karşılaşacaktı.

Binley Park Comprehensive School’da öğrenim gören Owen, Artful Dodger’ın "Oliver!” adlı oyununda gösterdiği başarılı performansla 13 yaşında genç tiyatrocular topluluğuna seçildi. Başlangıçta oyunculuk eğitimi almak istemeyen, ancak 1984’te kararını değiştiren Owen, uzun süre iş aradıktan sonra Royal Academy of Dramatic Art’a kaydoldu. 1987’de mezun olduğu okulda Ralph Fiennes ve Jane Horrocks gibi ünlü isimler de öğrenim görmüşlerdi. Mezuniyetinin hemen ardından Young Vic Theatre Company’ye katılan ve William Shakespeare’in birkaç oyununda rol alan Owen, Romeo ve Juliet’te birlikte rol aldığı ve Juliet rolünü canlandıran Sarah-Jane Fenton’a aşık oldu.

Rockliffe's Babies isimli TV dizisiyle oyunculuk kariyeri start alan Owen’ın ilk filmi 1988’de Beeban Kidron’ın yönetmenliğini yaptığı ve David Thewlis’le başrolleri paylaştığı Vroom adlı yapımdı. 1990–1991 arasında TV izleyicisinin evine konuk olduğu ve onu tüm İngiltere’de ünlü yapan TV dizisi Chancer’da Derek Love karakterini canlandırdı. Aynı yıl Stephen Poliakoff’un yönetmenliğini yaptığı Close My Eyes isimli filmdeki oyunculuğuyla eleştirmenlerden büyük övgü alan Owen, kazandığı başarıya rağmen, medyanın ilgisinden pek hoşnut değildi ve uzun süre TV programlarına çıkmama kararı aldı.

İngiltere’de hatırı sayılır bir popülarite elde eden Owen, Century, The Turnaround, Privateer 2: The Darkening gibi uzun metrajlı filmlerde ve birçok TV dizisinde rol aldıktan sonra filmografisindeki ilk Hollywood yapımı için kamera karşısına geçti. Başrollerini Halle Berry’yle birlikte paylaştıkları The Rich Man's Wife’tan sonra yine olumlu eleştiriler alan Croupier’de performans gösterdi.

BBC’deki ilk dizi tecrübesi Split Second’dan sonra, The Echo ve Second Sight gibi yine BBC yapımı dizilerle oyunculuğa devam eden Owen, Robert Altman'ın yönettiği ve Helen Mirren’la birlikte Ryan Phillipe’le başrolleri paylaştığı Gosford Park’la sinemaya geri döndü.

1997’de daha sonra filminde de başrolde oynayacağı Closer isimli oyun için Londra sahnelerine geri dönen Owen, Dan rolünü canlandırdı.

2002’de büyük gişe başarısı yakalayan Hollywood prodüksiyonu The Bourne Identity’de Matt Damon’la birlikte kamera karşısına geçen aktör, Hostage, Beat the Devil ve Ticker gibi TV dizileriyle sinemaya yine bir süre ara verdi. 2003 yılında İngiliz yapımı I'll Sleep When I'm Dead’de başrolde oynadıktan sonra aynı yıl Angelina Jolie’yle birlikte Beyond Borders için kamera karşısına geçti. Antoine Fuqua’nun yönetiminde, beyazperdedeki en iddialı rollerinden biri olan King Arthur’daki oyunuyla epik türünün de altından başarıyla kalktığını gösteren aktör, 2004’te daha önce tiyatroda oynadığı Closer’ın film versiyonu için kolları sıvadı. Bu kez diğer erkek karakter Larry’yi canlandıran aktörün eski rolünde Jude Law görülüyordu. Closer’daki oyunuyla akademinin de takdirini kazanan Owen, en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında oskara aday oldu. Ancak aynı dalda verilen Golden Globe ve BAFTA ödüllerini kazanarak oyunculuğu tescillendi.

Owen, Sin City, Derailed, The Pink Panther, Inside Man ve Children of Men’den sonra Owen, 2007 tarihli The Golden Age ve Shoot 'Em Up filmlerinde performans gösterdi.

Koyu bir David Bowie hayranı olan Owen, şarkıcının kendisine büyük ilham verdiğini belirtmiştir. Owen, Liverpool taraftarıdır. 2006’da GQ magazine tarafından en iyi giyinen aktör seçilen Owen’ın 1995 yılında evlendiği eşi Sarah-Jane Fenton’dan 2 kız çocuğu vardır.

Claude Debussy

1862-1918

Debussy 20.yüzyılın en önemli Fransız bestecilerinden biri olmuştur.

Mağaza sahibi Manuel Achille Debussy ile güzel sesli Victorine’nin beş çocuğundan biri olarak 1862 yılında dünyaya geldi.

Annesi ve babası çok çalıştıkları için çocuklarına vakit ayıramıyordu.Fakat teyzesi Raustan Claude’i çok seviyor, onunla ilgileniyor, ona müzik ve piyano dersleri veriyordu.

Debussy 6 yaşında ilkokula başladı.Babası onun denizci olmasını istiyordu; fakat daha ilk günden sınıfta söylediği şarkılar öğretmenlerinin ve okul müdürünün dikkatini çekti.

Müdürün, Debussy ailesini okula çağırarak onlara birtakım önerilerde bulunması üzerine 1870’de Cannes’de İtalyan piyanist Ceruttin’den piyano dersleri aldı.1871’de de Chopin’in öğrencilerinden M. De Fieurille’den piyano dersleri aldı.

1873 yılında okulu bitirerek Paris Konservatuarı’na girdi.Orada A.Marmontel’den piyano, Lavignac’dan solfej, E.Durand’dan armoni, C.Franck’dan org ve Guiraud’dan bestecilik dersleri aldı.

1877’de Paris Konservatuarı’nı bitirdi.Sanatçı, katıldığı bir piyano yarışmasında ikincilik ödülünü,1880’de solo ve korolara piyano ile eşlik yarışmasından ise birincilik ödülünü kazandı.

Çok zengin bir bayan olan Von Meck, bütün giderleri ödeyerek 1880’de Debussy’yi Moskova’ya davet etti.Debussy bu daveti memnuniyetle kabul ederek Moskova’ya gitti.Burada yeni müzik üzerine denemeler yaptı ve kendini oldukça geliştirdi.

Paris’e döndükten sonra beste çalışmalarına ağırlık verdi.1884’de daha 22 yaşındayken bestelediği “Sakınmayan Çocuk” adlı eseri ile Roma Ödülü’nü kazandı.3 yıl Roma’da kaldı daha sonra İtalya’da da bir süre kaldıktan sonra tekrar Paris’e döndü.

Debussy 1887 ile 1892 yılları arasında gerçek izlenimcilikle orkestra eserleri yazmaya başladı.Şair Mallarme’nin bir çoban öyküsünden esinlenerek yazdığı “Bir Doğa Tanrısının Öğleden Sonrası” adlı yapıtı tarihsel bir olay meydana getirdi.

1902’de küçük aryalar, zarif şenlikler ve iki lirik beste meydana getirdikten sonra Belçikalı şair M.Maeterlinck’in piyesinden esinlenerek ilk operası “Pelleas ve Melisande” adındaki 5 perdelik yeni bir müzikli dram yarattı.

İlk oyunu 30 Nisan 1902’de Paris’te oynandı fakat hak ettiği ilgiyi göremedi.Daha sonraları Fransa’da oynanan bu oyun Fransızlar tarafından çok beğenildi.

1905’de “Deniz”, 1906 ile 1912 yılları arasında birçok orkestra eseri, 1907’de “Çocukların Köşesi” adlı eserleri yazdı.

Debussy 1913 yılında tekrar konser gezilerine çıkmaya başladı.Almanya, İtalya ve İsviçre’de birçok sanatçıyla tanıştı.Fakat içlerinden yalnızca Bach’ı sevdiğini söyledi.

1915’de tekrar eskiye dönerek “4 El İçin 6 Antik Öykü” adındaki piyano eserini besteledi.

Yine aynı yıl yakalandığı hastalıktan kurtulamadı ve sadece 3 yıl daha yaşayabildi.25 Mart 1918 günü henüz 56 yaşındayken Paris’teki evinde hayatını kaybetti.

Orkestra yapıtları: Prelude a l'apres-midi d'un fauna, Nocturnes, La Mer, Images, Berceuse Heroique.

Oda Müziği Yapıtları: Yaylı Çalgılar Kuarteti, Arp ve Yaylı Çalgılar Orkestrası İçin İki Dans, Saksafon ve Piyano İçin Rapsodi, Syrinx pour flüte solo, Viyolonsel ve Piyano İçin Sonat.

Piyano Yapıtları: 2 Arabesques, Nocturne, Suite Bergamasque, Pour le Pisno, Estampes, D'un Cahier D'esquisse, Masques, L'Isle joyeuse, Childrens Corner, Petite Suite, Lindaraja.

Cihat Bilgehan

1923-1981

Hukukçu ve siyaset adamı.

1923'te Ankara'nın Keskin ilçesinde doğdu. 1933'te Mardin Gazi İlkokulunu, 1940 yılında Balıkesir Lisesini bitirdi. 1944 yılında Ankara Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1947'de Tatvan Sulh Hakimliğine, 1949'da Salihli Ceza Mahkemesi Hakimliğine, 1952'de de Salihli Asliye Hukuk Hakimliğine tayin edildi. 1955 yılında istifa etti, Balıkesir'de avukat olarak çalışmaya başladı.

1961'de yapılan seçimlerde kurucusu olduğu Adalet Partisi'nden Balıkesir Milletvekili seçildi.20 Şubat 1965'te ÜRGÜPLÜ Koalisyon Hükümetinde Milli Eğitim Bakanı oldu.

27 Ekim 1965'te kurulan I. DEMİREL Hükümetinde önce Devlet Bakanlığına, 14 Kasım 1966'da da Maliye Bakanlığına getirildi. V. Demirel Hükümetinde 21 Temmuz 1977 ile 5 Ocak 1978 tarihleri arasında ikinci kez Maliye Bakanı oldu. Aynı hükümette 14 Ekim 1977'den 28 Ekim 1977'ye kadar da Milli Savunma Bakanlığına vekalet etti. 1961'den 1980'e kadar Balıkesir Milletvekilliğini aralıksız sürdürdü.

1981 yılında Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde vefat etti.

Chuck Norris

1940-...

Walker, Texas Ranger dizisi ile uluslararası üne kavuşmuş olan Amerika’lı yapımcı, sinema ve dizi oyuncusu. Chuck Norris oyunculuğu ile tanınmasına karşın, yenilgi görmeden altı defa üst üste Dünya Orta Sıklet Karete Şampiyonası’nı kazanmış başarılı bir dövüş sanatları ustasıdır ve de Chun Kuk Do adını taşıyan, kendisinin tasarlayıp dünyaya tanıttığı özel bir dövüş sanatı dalının kurucusudur.

Chuck Norris, 10 Mart 1940 tarihinde, Wilma ve Ray Norris çiftinin oğlu olarak Ryan, Oklahoma, A.B.D.’de dünyaya geldi. Alkol problemleri olan babası, Norris onaltı yaşındayken annesiyle boşandı ve de Norris, annesi ve kardeşleri ile beraber Kaliforniya’ya taşındı.

Chuck Norris, otobiyografisinde çocukluğunu “utangaç, atletik olmayan, diğer çocuklar tarafından alay edilen antisosyal bir kişilik” olarak tarif ediyordu. Dövüş sanatları ile tanışması, A.B.D. Hava Polisi’ne katıldığı ve de Osan Hava Üssü’nde görev alarak Güney Kore’ye gittiği 1958 yılında gerçekleşti. Tang Soo Do eğitimi almaya başlayan Norris, kısa sürede bu sanat dalında uzmanlaşarak siyah kuşak kazandı ve de ileriki yıllarda, bu dövüş sanatının temeli üzerine inşa edeceği Chun Kuk Do’nun temelini attı.

1964 yılında turnuvalara katılmaya başlayan Norris, karate alanında dövüştüğü yerel ve ulusal pek çok turnuvadan birinci ayrılarak 1964-1968 yılları arasında yeteneklerini geliştirdi. 1968 yılında Louis Delgado ile yaptığı bir karşılaşmayı kaybetti; bu kariyerinin son yenilgisi olacaktı. 1968-1974 yılları arasında Dünya Orta Sıklet Karete Şampiyonası’nı kazanarak yedi yıl üst üste yenilgisiz dünya şampiyonu olan Norris, profesyonel olarak sahaya çıktığı 195 turnuva maçında 183 galibiyet, 10 mağlubiyet ve de 2 yenilgi alarak halen ulaşılamayan bir rekora imza attı.

1969 yılında, ünlü oyuncu Dean Martin ile beraber rol aldığı The Wrecking Crew adlı filmle sinema dünyasına atılan Norris, 1977 yılında ilk başrolünü Breaker! Breaker! adlı filmde üstlendi. 70’lerin sonunda ve 80’lerin başında rol aldığı Good Guys Wear Black, An Eye for an Eye, Firewalker gibi filmlerde sinema kariyerinin doruk noktasına ulaştıysa da, asıl ününü t.v. dizisi olan Texas Ranger ile kazandı. 1993-2001 yılları arasında devam eden dizi, Amerikan televizyonlarının en sevilen yapımlarından birisi oldu.

1997 yılında, Tae Kwon Do tarihinde 8. derecede siyah kemere ulaşan ilk batılı insan oldu; 2005 yılında ise, takım temelli bir dövüş sporu müsabakası olan World Combat League’i kurdu.

1958 yılında, Diane Holecheck ile ilk evliliğini yapan Norris, bu evlilikten Mike adlı bir oğlan çocuk sahibi oldu. Eşinden doğan Eric adlı bir oğlu ve de evlilik dışı bir ilişkiden doğan Dina adlı bir de kızları olan çiftin evliliği 1988 yılında sona erdi. Ünlü oyuncu, 1998 yılında, eski bir model olan ikinci eşi Gena O’Kelley ile evlendi ve de bu evlilikten Dakota ve Danilee adlı ikiz çocukları dünyaya geldi.

Christina Ricci

Oyunculuğa genç yaşta başlamış Amerikalı sinema oyuncusu.

Christina Ricci, 12 Şubat 1980'de Santa Monica, California'da dünyaya geldi. Sinemayla tanışması ilk kez 7 yaşında oldu. İlk başrolünü "The Twelve Days of Christmas" filmiyle kazanan küçük aktris, yeteneği ile kısa zamanda ajansların dikkatini çekmeyi başardı. Ünlü şarkıcı Cher ve Winona Ryder ile birlikte ailenin en küçük kızı olarak 1990 yapımı olan "Mermaids" ile adını duyurdu. Bu filmden itibaren Winona Ryder ve Ryder'ın daha sonra sevgilisi olacak olan Johnny Depp ile sıkı bir dostluk kurdu. "Asylum" adlı kendi filmini yönettiğinde ise henüz 9 yaşındaydı.

1991 yılında "The Hard Way" filminde küçük bir rolde oynayan Ricci, daha sonra kendisini meşhur yapacak olan yönetmenliğini Barry Sonnenfeld'ın yaptığı "The Adams Family"de rol aldı. Eğitimi için bir süre sinemaya bir süre ara verdikten sonra 1995 yılında "Now and Then" ile film dünyasına geri döndü. Aynı yıl Bill Pullman ile birlikte yönetmenliğini Brad Silberling'in yaptığı "Casper" adlı filminde oynayan Ricci, ertesi yıl sırasıyla "The Secret of Bear" ve "The Last of the High Kings" filmlerinde yer aldı. 1997 yapımı "That Darn Cat" filminde başrol oynadıktan sonra aranan bir oyuncu oldu.

Ang Lee'nin beğeni toplayan filmi "The Ice Strom"da duygusal açıdan ayrı olan bir anne babanın büyümüş de küçülmüş 14 yaşındaki çocukları Wendy'i canlandırdı. Bu film kariyerinde önemli yer tutan filmlerden biri oldu. Ricci daha sonra Vincent Gallo'nun "Buffalo 66", Don Roos'un "The Opposite of Sex" ve Terry Gilliam'ın "Fear and Loathing in Las Vegas" filmlerinde benzer roller aldı. Senarist-yönetmen Sally Potter'ın II. Dünya Savaşı'nı konu alan dramı "The Man Who Cried" adlı filmde oynayan oyuncunun rol arkadaşları Johnny Depp, Cate Blanchett ve John Tutturro gibi deneyimli aktörlerden oluşuyordu. Aynı yıl "Bless The Child" adlı yapımda da yer aldı. Ricci'nin yakın arkadaşı olan Johnny Depp ile birlikte rol aldığı bir diğer film ise yönetmenliğini Tim Burton'nın yaptığı "Sleepy Hollow" oldu.

Ünlü aktris daha sonra 2003 yılında Charlize Theron ile birlikte "Monster" adlı filmde yer aldı. Ardından 2005 yılında "Cursed", 2007 yılında Samuel Jackson ile birlikte "Black Snake Moan" ve 2008 yılında "Speed Racer" adlı filmlerle karşımıza çıktı.

Christian Bale

Batman Begins, Terminator 4: Salvation, Empire of the Sun gibi büyük bütçeli Holywood filmlerinde rol almış olan başarılı İngiliz oyuncu.

Christian Charles Philip Bale, 30 Ocak 1974 tarihinde, Pembrokeshire, Wales, Birleşik Krallık’da dünyaya geldi. Annesi bir sirk palyaçosu olan Jenny James, babası ise pilot Daved Bale’di. Dört kardeşin en küçüğü olan Bale, ailesinin işlerinden dolayı İngiltere, A.B.D. ve Portekiz gibi pek çok farklı ülkeyi dolaştı ve farklı okullarda eğitim aldı.

Bale ve gitar çalmaya ilgi duyan Ble, ablası Louise’in etkisi altında oyunculuğa yöneldi. İlk oyunculuk denemesini 1982 yılında, henüz sekiz yaşındayken T.V. reklamları ile yapan aktör, 1986 yılında, Anastasia: The Mystery of Anna adlı T.V. filmi ile sinema sektörüne adım attı.

1987 yılında, Anastasia filmindeki rol arkadaşı Amy Irving’in tavsiyesi ile ünlü yönetmen Steven Spielberg ile tanışan Bale, yönetmenin aynı yıl vizyona giren Empire of the Sun adlı sinema yapımında rol adlı; bu rolü ona National Board of Review of Motion Pictures.ödül töreninde en iyi genç yıldız ödülü getirdi.

1992 yılında, Disney’in ünlü müzikali Newsies’de Jack Kelly karakterini canlandıran Bale, 1993 yılında Swing Kids, 1994 yılında ise Little Woman adlı filmlerde rol aldı. 90’lı yılların en çok ses getiren yapımlarından birisi olan ve glam rockun doğuş yıllarını anlatan Velvet Goldmine filmindeki Arthur Stuart rolü, eleştirmenler ve izleyiciler tarafından taktirle karşılandı.

Bret Easton Ellis’in romanından uyarlanan Amerikan Sapığı, 2000 yılında vizyona girdi. Bale’in sinemanın ana akımına geçiş rolü olarak görülen film için deneyimli oyuncu, aylar süren ağır fiziksel antremanlara katılarak vücut yapısını güçlendirdi.

2002 yılında, post apokaliptik bir dünyada geçen ve de Gun Kata adı verilen matematik, çıplak elle dövüş ve silah çatışmasını birleştiren yeni bir kurgusal dövüş sporü üzerine temellenen bilim kurgu yapımı Equilibrium vizyona girdi. Bale’in John Preston adlı karakteri oynadığı film, türün sevenleri tarafından çok beğenilse de toplam 20 milyon dolar tutan yapım masraflarının yarısını bile karşılayamayarak yapımcılarını hayal kırıklığına uğrattı.

2004 yılında vizyona giren The Machinist’in çekimlerinin bitmesinin ardından yeni çekilecek Batman filmleri için başlatılan oyuncu seçmelerini kazanan Bale, Bruce Wayne karakterini canlandırmak için aşırı zayıf ve çelimsiz olarak görülerek yönetmen tarafından kilo alması için uyarıldı. Altı ayllık bir süre zarfında 30 kilodan fazla alan ve de kaslarını şekillendiren Bale, rol için uygun hale geldi. Film 15 Haziran 2005 tarihinde Amerika’da vizyona girdi ve de dünya çapında 370 milyon dolardan fazla hasılat yaptı. Batman Begins’deki rolü Chrsitian Bale’e 2006 yılında MTV ödül töreninde En İyi Kahraman Ödülü’nü getirdi.

Batman serisinin devamı olan The Dark Knight, 18 Temmuz 2008 tarihinde vizyona girdi ve de toplamda 1 milyar doları aşan bir hasılat getirerek bütün zamanların en çok kazandıran 4. filmi oldu.

The Prestige, Viktorya çağındaki iki yetenekli sihirbazın mücadelesini ekranlara getiren ve Christopher Nolan tarafından, Christopher Priest’in başarılı edebi eserinden sinemaya uyarlanan başarılı bir yapım oldu. Bale, The Prestige’de ünlü oyuncular Hugh Jackman, Piper Perabo ve de David Bowie ile beraber başrollerde yer aldı.

2009 yılında, Terminator serisinin son filmi olan Terminator: Salvation’da John Connor rolünü başarı ile canlandıran Bale, 2010 yılında vizyona girecek olan The Fighter adlı sinema filminin kadrosunda yer alıyor.

2000 yılında, Sırp asıllı Amerika’lı makyaj sanatçısı ve model Sandra Blazic ile evlenen Bale, bu evliliken Emmeline adlı bir kız çocuğuna sahip.

Chris Martin

1977-...

İngiliz müzisyen ve ses sanatçısı. Asıl adı Christopher Anthony John Martin’dir. Grubu Coldplay’in en başarılı İngiliz alternatif müzik gruplarından biri olmasında büyük rol oynamıştır. Gruba uluslar arası alanda prestij kazandıran bir çok hit şarkının söz yazarı ve bestecisidir. Piyano ve gitar çalmaktadır ve vejetaryendir.

2 Mart 1977'de İngiltere'nin Doğu Sussex bölgesindeki Devon’da, öğretmen bir anne ve muhasebeci bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. 5 kardeşin en büyüğüydü. Zamanında Jeremy Irons’ın da eğitim görmüş olduğu Sherbourne School’dan mezun olduktan sonra, üniversitede okumak üzere Londra’ya gitti. Burada University College London’ın, antik dünya tarihi bölümüne kaydoldu. Birkaç hafta içinde Will Champion, Guy Berryman and Jonny Buckland’la tanıştı ve 90’ların ortalarında, tüm dünyada büyük başarı kazanacak Coldplay grubunun temelleri atılmış oldu. Chris Martin, Johnny Buckland ile birlikte müzik yazmaya başladı. Grup amatör olarak başladıkları çalışmalarını gittikçe ilerletti.

1998’de kendilerini gösterebilmek için ellerine büyük bir fırsat geçti ve Manchester’da yapılan müzik festivalinde çaldılar. Büyük ilgi gördükleri için menajer Fierce Panda onlarla “Brothers and Sisters” single’ı için bir sözleşme imzaladı. Ardından ilk albüm için plak şirketi Parlophone’la anlaştılar.

2000 yılında yayınladıkları Yellow single’ının başarısının ardından yeni single Trouble geldi . Yellow’un başarısı İngiltere sınırlarını aştı, Seattle ve Los Angeles’taki radyo istasyonlarının en çok istek olan şarkılarından biri oldu . İlk debut albümleri “Parachutes” beşyüzbinden fazla sattı ve en iyi alternatif müzik albümü dalında Grammy ödülünün sahibi oldu.

26 Ağustos 2002’de grup ikinci debut albümleri A Rush of Blood to The Head ‘i piyasaya sürdü. Bu çalışmalarıyla en iyi albüm dalında Grammy ödülünün sahibi oldular. Ayrıca albümde yer alan In My Place’teki vokaliyle, Chris Martin en iyi rock performansı ödülüne layık görüldü.

Aynı yılın eylül ayında, Chris Martin, grubun verdiği bir konserde ünlü aktris Gwyneth Paltrow’la tanıştı, 2003’te evlenen çiftin, 14 Mayıs 2004’te Apple Blythe Alison Martin isimli kız çocukları dünyaya geldi .

Chris Martin grubu Coldplay’le, 15 Mayıs 2003’te, Londra’daki savaş karşıtı “One Big No” konserlerinde çaldı ve aynı yıl birçok farklı remix çalışması da yapılan “Clocks”, yılın şarkısı Grammy’sini aldı.

2005’te üçüncü debut albümleri X&Y’yi yayınladılar. 2006’da, X&Y, Coldplay’e, en iyi uluslar arası grup dalında Juno ödülü kazandırdı.

Chris Martin ve Gwyneth Paltrow, 8 Nisan 2006’da Moses Martin adında bir erkek çocuğu sahibi oldular.

Martin, 80’lerin kült rock grubu Echo and the Bunnymen’in en büyük hayranlarından biri olduğunu açıklamıştır. Fix You ve Moses şarkılarını eşi Gwyneth Paltrow, Til Kingdom Come’ı ise Johnny Cash için yazdığı bilinmektedir. Ingiliz Müzik Ödülleri Töreni'nde "Aslında tüm ödüller çok saçma, George Bush istediğini yapınca hepimiz öleceğiz" demiştir.

Che Guevara

1928-1967

İrlanda ve Bask asıllı Arjantinli devrimci, lider ve doktor. Gerçek adı Ernesto Guevara de la Serna'dır. İnsanlık tarihine adını altın harflerle yazdırmış, hayatı boyunca sömürü, adaletsizlik, eşitsizlik ve yoksullukla mücadele etmiş ve devrimleriyle tüm dünyayı derinden etkilemiştir. Fidel Castro'yla birlikte bugünün Küba'sını kurmuş, insani değerleriyle dünya barışını taçlandırmıştır. Cesareti, bilgeliği, geniş vizyonuyla her zaman örnek alınmış, kapitalizm ve sömürü düzeniyle verdiği savaşta büyük başarı kazanmış olan Guevara, hiç kuşkusuz dünya tarihinin en önemli kişilerinden biridir. "Gerçekçi Ol İmkansızı İste" sözüyle de kült olan liderin dünya görüşünün oluştuğu Latin Amerika gezisi sırasında yaşadıkları Motorcycle Diaries adıyla film olmuş, ünlü lideri oyuncu Gael Garcia Bernal canlandırmıştır. Ünlü yazar ve 1968 hareketlerinin önde gelen isimlerinden Jean-Paul Sartre, Guevara’yı "Çağımızın en olgun insanı" olarak tanımlamıştır.

14 Haziran 1928'de Rosario, Arjantin'de dünyaya geldi. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 14 Mayıs şeklinde geçmekteydi. Yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara Lynch, İrlanda asıllıydı, annesi Clia dela Serna'nın ailesi ise İrlanda ve İspanya kökenliydi. Henüz iki yaşındayken astım krizi geçiren Che, hayatı boyunca bu hastalıkla yaşayacaktı. Guevara ailesi, Che 3 yaşındayken, Buenos Aires'e yerleşmişler, ancak astım krizlerinden dolayı Che'nin durumu daha da kötüleşince doktorların tavsiyesiyle Cordoba'ya taşınmaya karar vermişlerdi. Çünkü tedavisi güç olan hastalığının iklim koşullarıyla yakın ilişkisi vardı. Politik eğilimleri itibariyle sola açık liberal olarak tanınan Guevara'nın ailesi, İspanya iç savaşında açıkça Cumhuriyetçileri desteklemişlerdi. Ekonomik anlamda durumu iyi olan aile zaman içinde maddi sıkıntılar yaşamaya başladı.

Eğitim bakanlığına bağlı Dean Funes Lisesi'ne devam eden Guevara, hastalığına rağmen hareketli bir çocukluk geçirdi. Zira oldukça başarılı bir atlet ve dinamik bir rughby oyuncusuydu. Agresif bir oyun tarzı olduğu için azgın anlamına gelen "El Furibundo" sözcüğüyle annesinin soyadından oluşan "Fuser" lakabıyla anılan Che, o dönem babasından satranç oynamayı da öğrendi. 12 yaşından itibaren yerel turnuvalara katılmaya başlayan Che, ergenlik yıllarında da şiir ve edebiyatla ilgilendi. Özellikle Pablo Neruda’nın şiirlerini çok seven Che'nin kelimelerle ilişkisi hayatı boyunca iyi olacak, kendisi de şiirler yazacaktı. Kendini geliştirmek için Jack London'dan Jules Verne'e, Sigismund Schlomo Freud 'dan Bertrand Russell’e kadar kendi alanında başarılı birçok önemli ismin eserlerini okuyan Che, fotoğrafçılıkla da ilgileniyordu. Kamerasını yanından ayırmıyor, insanları, gördüğü yerleri ve arkeolojik alanları fotoğraflıyordu. Okulda İngilizce eğitim yapılırken, annesinden de Fransızca öğrenen Che, Neruda kadar Baudelaire'i de çok seviyordu.

1944 yılında yeniden Buenos Aieres'e taşınan Guevara ailesinin maddi durumu iyice bozulmuş, Che çalışmaya başlamıştı. 1948’de Buenos Aieres Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki eğitimine başlayan Che, öğrenciliği boyunca Latin Amerika’da uzun yolculuklara çıktı. Fakültedeki ilk yıllarında Arjantin'in kuzey ve batı bölgelerini dolaşıp, buralardaki orman köylerinde cüzzam ve bazı hastalıklar üzerine çalışmalar yaptı. 1951'de eski arkadaşı biyokimyager Alberto Granado, yıllardır konuştukları Güney Amerika seyahati için tıp eğitimine bir yıl ara vermesini önerince, ikili kısa süre sonra, "La Poderosa II’’ (Güçlü II) adını verdikleri 500 cc.lik 1939 model Norton marka motosikletle Alta Gracia’dan yola çıktı. Peru’da Amazon Nehri kıyısındaki San Pablo cüzzam kolonisinde gönüllü olarak birkaç hafta geçirmeyi düşünen Granado ve Guevara, tur boyunca Latin Amerika'nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı bulmuşlardı. Bu yolculuk Che Guevara üzerinde oldukça etkili olmuştu. Zira, kitlelerin yoksulluğunu, baskıyı ve güçsüzlükleri yakından gözlemlemiş ve Marksizm’den etkilenmişti. Politik görüşünün oluşmasında oldukça önemli olan bu unsurlar nedeniyle Guevara, Latin Amerika’daki ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin tek çözümünün devrim olduğu sonucuna vardı. Guevara'ya göre, Latin Amerika’nın ayrı uluslardan oluşan bir karma yapı olması, ülkeler arasındaki eşitsizliği arttırıyor, gücün bölünmesine neden oluyordu, bu yüzden kıta çapında gerçekleştirilecek bir stratejiyle Latin Amerika tek vücut olmalıydı. Sınırları olmayan ve tek bir kültürle bağlanmış birleşik İber-Amerika'nın hayalini kurmaya başlayan Guevara'nın bu düşünceleri sonraki devrimleri için çıkış noktası olacaktı. Arjantin'e döner dönmez hayallerini gerçekleştirmek için tıp fakültesindeki eğitimini bir an önce bitirmeye çalışan Che, 1953 yılının mart ayında mezun oldu ve 12 Haziran'da diplomasını aldı.

Güney ve Orta Amerika’da kaldığı yerden gezilerine devam edebilmek için 7 Temmuz 1953'te yola çıkan Guevara, Venezuella'daki cüzzam kolonisinde çalışacaktı. Önce Peru'ya uğrayan Che, orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ceza süresi dolduktan sonra Ekvator'da bir kaç gün kalan Guevara, burada hayatının dönüm noktalarından biri olacak tarihi bir tanışma yaşadı. Ricardo Rojo adındaki avukatla karşılaştıktan sonra, Venezulla'ya gitmekten vazgeçip, Rojo ile birlikte Guetamala'nın yolunu tuttu. O sıralarda hükümetin başındaki Başkan Jacobo Arbenz Guzmán özellikle toprak reformu ile ilgili bir toplumsal devrim yapmaya çalışıyordu, ancak Arbenz sağcı bir darbe ile devrildi. Bunun üzerine Arjantin büyük elçiliğine sığınan Guevara halası Beatriz'e yazdığı bir mektupta orda bulunuşunun sebebini şu şekilde açıklıyordu:

Guatemala’da gerçek bir devrimci olabilmek için gerekli ne varsa yapacağım ve kendimi mükemmelleştireceğim.
İhtilalcilerin safhına katılan Guevara bir süre sonra tutuklanarak elçilik binasından çıkarıldı. Guatemala'da bir çok Kübalı sürgün ve Fidel Castro'nun kardeşi Raul Castro ile tanışan Che, Guetamala'da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika'ya gitti. Arbenz hükümetinin CIA destekli bir darbeyle devrilmesi, Guevara’nın Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalist bir güç olduğuna dair görüşlerini güçlendirdi. ABD; Latin Amerika ve diğer gelişmekte olan ülkelerdeki sosyoekonomik eşitsizlikleri düzeltmeye çalışan hükümetlere karşıydı ve Guevara, sosyalizmin ancak silahlı mücadele sonunda elde edilebileceğini düşünmeye başlamıştı. Bu da ancak silahlanmış bir halkla mümkün olabilirdi.

Bu arada Küba’daki mahkumiyeti sona erdikten sonra serbest bırakılan Fidel Castro da Meksika’ya gelmişti ve Raul, Guevara'yı 8 Temmuz 1955’te Fidel Castro ile tanıştırdı. Castro ile aynı düşünceleri paylaşan Guevara, onun gerçek bir devrim lideri olduğuna kanaat getirerek Küba diktatörü Fulgencio Batista’yı devirmek için kurulan "26 Temmuz Hareketi’’ne katıldı. Grupta doktor olarak görev yapmasına karar verildiyse de hareketin diğer üyeleriyle askerî eğitime katıldı. Eğitmeni olan Albay Alberto Bayo tarafından en göze çarpan öğrenci olarak nitelendirilen Guevara, 18 Ağustos 1955’te Guetamala'dan gelen sevgilisi Gadea ile evlendi ve bir yıl sonra 15 Şubat'ta kızları Hilda Beatriz dünyaya geldi.

25 Kasım 1956’da Tuxpan, Veracruz’dan yola çıkan Granma gemisine Küba'ya gitmek üzere binen Guevara, karaya çıkar çıkmaz Batista'nın askerlerinin saldırısına uğradı. Guevara, bu çatışmada kaçan bir askerin düşürdüğü cephaneyi almak için tıbbî malzeme çantasını bırakmak zorunda kalmıştı ve o ân doktordan savaşçıya dönüştüğü an olarak Guevara'nın hafızasına kazındı. Bu olaydan sonra Sierra Maestra dağlarına saklanan Che, Batista rejimine karşı giriştiği gerilla savaşlarında gösterdiği cesaretle isyancılar arasında lider olarak görülmeye başladı ve Comandante olarak adlandırıldı.

1958 aralığında devrimin en önemli olaylarından olan Santa Clara’ya saldıran "İntihar timi"ni yöneten Guevara, 7 Şubat 1959’da zafer kazanan hükümet tarafından “Doğuştan Küba vatandaşı’’ ilan edildi. Bu arada Gadea ile evliliğini resmen sona erdirmek için boşanma işlemlerine başlayan Che, 2 Haziran 1959’da, kendisi gibi 26 Temmuz Hareketi’nin üyesi olan Aleida March ile evlendi.

6 ay boyunca La Cabaña hapishanesinin komutanlığına atanan ve görevi esnasında Batista rejiminin memurlarının, BRAC gizli servis mensuplarının, savaş suçlusu olduğu iddia edilenlerin ve siyasî muhaliflerin yargılanması ve infazından sorumlu olan Guevara, Time of the Gypsies dergisine göre yargılamalarında adil değildi. Sonrasında Ulusal Toprak Reformu Enstitüsü’nde önemli bir göreve gelen ardından Küba Merkez Bankası’nın başkanlığına atanan Che, Küba'dan diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere yardım etti ama bunların tümü başarısızlıkla sonuçlandı. 1960 yılında "La Coubre’’ isimli silah gemisinin patlamasında yaralanan kurbanlara yardım eden Guevara, bir süre sonra Sanayi Bakanı oldu. Küba sosyalizminin gelişmesinde büyük önemi olan Guevara, ülkenin önde gelen kişilerinden biriydi.

1961 yılında gerçekleşen Domuzlar Körfezi İşgali’nde Castro'nun emriyle Küba’nın en batısındaki Pinar del rio eyaletindeki bir kuvvetin başına geçen Guevara burada sahte çıkarma kuvvetini püskürttü. Bir yıl sonra ortaya çıkan Küba Füze Krizi’nde kilit rol oynayan Guevara, 1964'te Birleşmiş Milletler'in davetlisi olarak Küba'yı temsilen New York'a gitti. CBS televizyonunda yayınlanan Face the Nation isimli programa çıkan, ABD Senatörü Eugene McCarthy'nin yanı sıra Malcolm X'in çalışma arkadaşları ve Kanadalı radikal Michelle Duclos'la görüşen Guevara, 17 Aralık'ta Paris'e uçarak üç aylık uluslararası bir tura çıktı. Bu gezi sırasında Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Arap Cumhuriyeti, Mısır, Cezayir, Gana, Gine, Mali, Dahomey, Kongo-Brazzaville ve Tanzanya'yı dolaşan lider, 24 Şubat 1965'te Cezayir'de, uluslararası sahnede son görünüşü olacak olan "İkinci Afrika-Asya Ekonomik Dayanışma Semineri"ndeki konuşmasını yaptı. Konuşmada şunları söyledi:

Ölümüne olan bu mücadelede hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde meydana gelen olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı şekilde yenilgisi de bizim yenilgimizdir. Sosyalist ülkelerin, Batı'nın sömürgeci ülkeleriyle üstü kapalı işbirliğini tasfiye etmeleri ahlakî görevleridir.

Guevara, 14 Mart'ta Küba'ya döndüğünde Havana havaalanında Fidel ve Raúl Castro, Osvaldo Dorticós ve Carlos Rafael Rodríguez tarafından sade bir törenle karşılandı.Ancak iki hafta sonra kamu hayatından çekilen lider, bir anda tamamen ortadan kaybolmuştu. Castro'nun sağ kolu olan Guevara'nın, bu gizemli kayboluşuna uzun süre anlam verilememekle birlikte farklı sebepler de öne sürüldü. Zira sanayi bakanıyken savunduğu sanayileşme projesinin görece başarısızlığı, ekonomik konularda Castro ile arasındaki görüş ayrılıkları ve Castro'nun Guevara'nın gücünden rahatsız olması bunlardan birkaçıydı. Guevara'nın Castro'ya gidiş nedenini açıklamadığı ve oldukça basit bir üslupla yazmış olduğu mektup da çoğu kişinin şaşırtıcı bulduğu bir durumdu . Guevara'nın görüşleri Çin Komünist Partisi tarafından açıklanan görüşlerle benzeşiyordu ve bu durum ekonomisi gittikçe Sovyetler Birliği'ne daha da bağımlılaşmakta olan Küba için büyüyen bir sorun olmuştu. Küba'nın batılı gözlemcileri, Guevara'nın Sovyet koşullarına ve önerilerine karşı çıkmasına rağmen Castro'nun kabul etmek zorunda kalmasını ortadan kaybolmasına neden olarak gösteriyorlardı. Oysa ki Guevara ve Castro, Sovyetler Birliği ve Çin'in de bulunduğu birleşik cepheyi destekliyorlardı. Sovyet lideri Kruşçev'in Castro'ya danışmadan Küba'dan füzeleri çekmeyi onaylamasını ihanet olarak gören Guevara, Kuzey Yarımküre'yi, batıda ABD ve doğuda SSCB liderliğinde, Güney Yarımküre'nin sömürücüsü olarak gördüğünü belirmişti. Guevara, Vietnam Savaşı sırasında komünist Kuzey Vietnam'ı desteklemişti ve gelişmekte olan ülkelerin halklarını silahlanmaları konusunda teşvik etmişti.

Guevara'nın kayboluşuyla ilgili olarak soru işaretleri ve yapılan spekülasyonlar artmıştı. Tüm bunların baskısıyla Castro, 16 Haziran 1965'te yaptığı açıklamada Guevara'nın bilgisi dışında nerede olduğu konusunda yorum yapılamayacağını söyledi. Aynı yılın 3 Ekim'inde Castro, Guevara'nın kendisine yazdığı tarihsiz mektubu açıkladı. Mektupta Guevara, Küba devrimine bağlı olduğunu ancak yabancı topraklarda savaşmak için Küba'dan ayrılma niyetini bildiriyordu. Dünyadaki diğer ulusların kendisini devrim için savaşmak üzere çağırdıklarını belirten Guevara, ayrıca hükümet, parti ve ordu içindeki tüm görevlerinden istifa ettiğini ve Küba vatandaşlığından vazgeçtiğini de mektubuna eklemişti.

1 Kasım 1965'de Castro'yla yapılan röportajda, Küba lideri, Guevara'nın öldüğüne dair söylentileri reddedip, nerede olduğunu bildiğini açıkladı.

Castro ve Guevara'nın planları vardı. Zira 14 Mart 1965'te ikili Sahara Çölü altındaki bölgede Küba'nın ilk askerî operasyonunu Guevara'nın yönetmesi konusunda anlaşmışlardı. Daha sonra Castro'nun da doğrulayacağı bir görüşe göre, Latin Amerika ülkelerindeki koşulların focos gerilla çekirdeklerinin kurulması için henüz uygun olmadığını düşündüğü için Castro, bu eyleme girmesi için Guevara'yı ikna etmişti. Dönemin Cezayir devlet başkanı Ahmed Bin Bella ise Afrika'da hüküm süren durumun büyük devrim potansiyeline sahip görünmesinin Che'de Afrika'nın emperyalizmin zayıf halkası olduğu düşüncesini oluşturduğunu ve bu yüzden Afrika için çaba harcamak istediğini belirtmişti.

Kongo-Kinşasa'daki Patrice Lumumba yanlısı Marksist Simba hareketinin desteklenmesi ile sürdürülecek olan Küba operasyonunda Guevara bir süre gerilla lideri Laurent-Désiré Kabila ile çalıştı. Daha sonra Kabila'ya yeterince inanmadığı için ittifakları bozuldu. O dönemde 37 yaşında olan Guevara, resmi askeri eğitimden geçmemesine rağmen oldukça deneyimli bir savaşçıydı. Astım hastalığı da Guevara'yı fazla zorluyor görünmüyordu.

Amacı Küba Devrimi'ni ihraç etmek olan Guevara, yerel Simba savaşaçılarına komünist ideolojiyi ve gerilla savaşını öğretiyordu. Ancak Güney Afrikalı paralı askerler ve Kübalı sürgünler Kongo ordusuyla birlikte Guevara için sıkıntı yaratan bir ittifak içindeydiler. Bu yüzden Kongo'daki devrim planı gerçekleştirilemedi. Guevara buna sebep olarak yerli Kongo kuvvetlerinin yeteneksizliğini ve kendi aralarındaki sürtüşmeyi göstermişti. Kongo'da kalıp tek başına savaşmayı düşünen Guevara, silah arkadaşları ve Castro'nun gönderdiği iki memurun ikna etmesi sonucu Kongo'dan ayrılmayı kabul etti. Ancak dünyanın diğer bölgelerindeki devrimlere kendini adamak için Küba ile olan tüm bağlantılarını kopardığını yazdığı mektubun Castro tarafından kamuoyuna açıklanması yüzünden Küba'ya geri dönmeyi gururuna yediremeyen Guevara, altı ay boyunca Darüsselam, Prag ve Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde saklandı. Bu süreç içinde Kongo deneyimiyle ilgili anılarını kaleme aldı, ayrıca biri felsefe diğeri ekonomi üzerine olan 2 kitabının taslaklarını yazdı. Castro Che'yi Küba'ya geri dönmesi konusunda zorlasa da, Guevara, dönüşünün geçici olacağı ve adadaki varlığının sır olarak kalacağı koşuluyla bunu kabul etti. Zira Latin Amerika'da yeni bir devrim hazırlığındaydı.

Tüm hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yürüten Guevara'yla ilgili olarak 1 Mayıs 1967'de Silahlı Kuvvetler Bakan vekili Bnb. Juan Almeida, Latin Amerika'da devrime hizmet etmekte olduğunu duyurmuştu. Zira Guevara, Bolivya'da gerillaların başındaydı. Castro, Guevara tarafından eğitim alanı olarak kullanılması için, yerli Bolivya Komünistleri tarafından Ñancahuazú bölgesindeki arazinin satın alınmasını istemişti. Ancak kamptaki eğitim, çarpışmadan daha tehlikeli olmuş ve bir gerilla ordusu oluşturma yolunda pek başarılı olunamamıştı. Guevara'nın ana ajanı olarak çalışan Haydée Tamara Bunke Bider'in daha sonra Bolivyalı yetkilileri Guevara'nın izini bulmaya yönlendirdiği için bilmeden Sovyet çıkarlarına hizmet ettiği ortaya çıkacaktı.

Guevara ve askerleri Bolivya Ordusu'yla 1967'de ilk kez çatıştıklarında geriye bıraktıkları fotoğraflar Che'nin Bolivya'da olduğunu kanıtlar nitelikte olmuştu. Fotoğrafları gören Bolivya Devlet Başkanı René Barrientos, Che'nin bir an önce yakalanması için emir vermişti. Yaklaşık elli kişiden oluşan ve ELN (Ejército de Liberación Nacional de Bolivia) adı verilen ordusuyla Bolivya güçlerine karşı başarı elde eden Guevara, liderlerden birini de öldürmüştü. Savaşın ortasında bile insancıl özelliklerinden vazgeçmeyen Guevara, yakaladıkları yaralı Bolivyalı askerlere tıbbi yardımda bulunmayı talep etmiş ancak bu önerisi sorumlu Bolivyalı subay tarafından geri çevrilmişti. Guevara'nın Bolivya'da devrim başlatma planlarından, yanlış anlaşılmalar, uzlaşma yanlısı olmayan muhalif kişiliği ve Kongo'da olduğu gibi Bolivya'da da yerel liderlerle başarılı işbirliği geliştirememesi yüzünden istenen sonuçlar alınamamıştı.

Guevara'nın gerilla kampının yeri bir muhbir tarafından Bolivya Özel Harekât Birliği'ne bildirilince 8 Ekim'de kamp kuşatıldı. Quebrada del Yuro kanyonunda Simeón Cuba Sarabia ile birlikte devriye gezerken yakalanan Guevara, ayaklarından yaralandıktan ve silahı bir mermiyle harap edildikten sonra teslim olmak zorunda kaldı. Tabancasında açıklanamaz bir şekilde şarjör bulunmayan Guevara, yakalandığı sırada orada bulunan askerlere göre

Ateş etmeyin! Ben Che Guevara'yım ve canlı olarak daha değerliyim
demişti. Barrientos Guevara'nın yakalandığını öğrenir öğrenmez öldürülmesini emretmiş, Guevara yakın bir köy olan La Higuera'daki bir okula götürülmüş ve geceyi orada geçirdikten sonra, ertesi gün öğleden sonra öldürülmüştü. Bazı kaynaklara göre Che'nin infazından sorumlu çavuş Mario Terán aşırı derecede heyecanlandığı için bilinçli bir şekilde ateş edememiş, Che'yi öldüren merminin kim tarafından ateşlendiği asla bilinenemiştir. Çarpışmada öldüğü izlenimi vermek, yüzünün tanınır durumda olduğunu sağlamak için ayaklarına defalarca ateş edilerek öldüren Che Guevara'nın cesedi bir helikopterin iniş takımlarına sıkıca bağlanmış ve yakınlardaki Vallegrande'ye götürülmüştü. Cesedi bir küvetin içinde basına gösterildikten sonra, askeri bir doktor tarafından elleri kesilen Che'nin cesedinin akıbeti bilinememekteydi. Zira gömüldüğünü söyleyen görüşlerin yanı sıra yakılmış olduğuna dair de spekülasyonlar vardı. Che'nin ölmeden önceki son sözleri ise şöyle olmuştu:

Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın.

Guevara'yı ve Bolivya'daki faaliyetlerini yakın takibe alan kişi Félix Rodríguez adındaki CIA ajanıydı. Rodríguez Guevara'nın saatini ve diğer kişisel eşyalarını almıştı ve sonraki yıllarda bunları röportaj yaptığı gazetecilere gösterdi. Bu eşyaların bir kısmı halen CIA'de sergilenmektedir.

Guevara'nın öldüğünü 15 Ekim'de tüm Küba'ya duyuran Fidel Castro, ülkesinde üç günlük yas ilan etti.1997 yılında Guevara'nın elleri olmayan cesedinden kalan kemikler bir uçak pistinin altından kazılarak çıkarıldı, DNA testiyle kimliği tespit edilerek Küba'ya geri getirildi. 17 Ekim 1997'de cesedinden kalanlar, Bolivya'daki harekatta birlikte savaştığı 6 askerle birlikte, Küba Devrimi'ni gerçekleştirdiği Santa Clara'da özel olarak hazırlanmış anıt mezara askerî törenle gömüldü.

Charlotte Bronte

1816-1855

Charlotte Brontë, 1816 doğumlu İngiliz yazar. İngiliz Edebiyatı’nın klasikleri arasına yerleşmiş eserleriyle tanınan 3 kardeşin (Charlotte Brontë, Emily Brontë, Anne Brontë) en büyüğü. En ünlü eseri “Jane Eyre”, bir asırdan fazla geçmişiyle halen büyük ilgi görüyor. Ayrıca ailenin kısa ve acıklı hayat hikayesi de birçok esere konu oluyor.

Charlotte Brontë, 21 Nisan 1816’da Yorkshire, İngiltere’de doğdu. Annesi Maria Branwell idi. Babası Partick Brontë, İrlandalı bir rahipti. Charlotte Brontë, çiftin 6 çocuğundan 3. olanıydı. Nisan 1820’de aile Haworth’a taşındı. Anneleri Maria, 15 Eylül 1821’de kanserden ölünce, 5 kız ve bir erkek çocuğuna bakma görevi teyzeleri Elizabeth Branwell’e düştü. 1824 yılında 3 kız kardeşiyle birlikte Clergy Daughters’ adlı okula başlayan Brontë, buradaki sağlıksız koşullar dolayısıyla okuldan hiç hoşlanmadı. Yazarın sağlığı bozuldu, hatta kardeşleri 1814 doğumlu Maria’yı ve 1815 doğumlu Elizabeth’i de okuldaki koşullar yüzünden 1825’te tüberküloza kurban verdi. Bir yıl sonra okuldan ayrıldı.

Gençlik yıllarında, sağ kalan 4 kardeş; Charlotte, Branwell, Emily ve Anne, babalarının kütüphanesinde bolca vakit geçirmeye başladılar. Hayali krallıklar kuruyorlar ve bu krallıklarla ilgili hikayeler ve şiirler yazıyorlardı. Edebiyata karşı ilgileri de bu yıllarda başlamış, hayal güçleri kardeşlerin tümüne ileride geliştirecekleri araçlar sunmuştu.

Brontë, eğitimine Mirfield’daki Roe Head adlı okulda devam etti. 1831 ve 1832 yıllarında burada okudu ve bu okul, en iyi arkadaşları Ellen Nussey ve Mary Taylor ile tanıştığı yer oldu. Eğitimini tamamladıktan sonra bu okula öğretmen olarak döndü ve 1835 – 1838 yılları arasında burada öğretmenlik yaptı.

1839’da Yorkshire’daki birçok ailenin evinde mürebbiyeliğe başladı ve 1841’e kadar bu işle uğraştı. 1842’de kardeşi Emily’yle Brüksel’e, Constantin Heger ve karısı tarafından işletilen okulda Almanca ve işletme dersleri almaya ve çalışmaya gitti. Önceleri öğrenci olarak katıldıkları okulda daha sonra bir miktar para ve kalacak yer karşılığında Brontë İngilizce, Emily de müzik öğretmenliği yapmaya başladı. Ancak Brüksel’de yeni kurdukları bu hayat, teyzelerinin ölümüyle yarıda kesildi. 1842’de bu yüzden İngiltere’ye döndüler ancak Brontë, 1943’te tekrar Brüksel’e gitmeye karar verdi. Brüksel’deki serüveninin 2. yarısı yazar için pek de iyi geçmedi. Yalnız kalmıştı, evine ve kardeşlerine karşı büyük bir özlem duyuyordu ve okulun sahibi Constantin Heger’e aşık olmuştu. Burada geçirdiği günleri, kitapları “The Professor” ve “Villette”ye ilham kaynağı oldu. Yazar, Ocak 1944’te İngiltere’ye geri döndü.

1846’da 3 kız kardeş Charlotte, Emily ve Anne, “Currer Bell”, “Elise Bell” ve “Acton Bell” isimlerini kullanarak ortaklaşa “Poems by Currer, Elise and Acton Bell” isimli bir şiir kitabı çıkarttı. Kitap sadece 2 adet satarak büyük bir hayal kırıklığı yaratsa da kardeşler yılmadı ve ilk romanlarını yazmak için kolları sıvadı. Charlotte Brontë, ilk iki romanında “Currer Bell” ismini kullanmaya devam etti.

Brontë’nin yayınlanan romanları şöyleydi; “Jane Eyre” (1847), “Shirley” (1849), “Villette” (1853) ve “The Professor” (1857). “The Professor” kitabı, “Jane Eyre”den daha önce yazılmış ancak hiçbir yayınevi tarafından basılmak istenmemişti. Ancak Brontë’nin ölümünden sonra, 1857’de basıldı.

Ailenin tek oğlu olan Branwell, 1848’de bronşit yüzünden öldü. Aynı yıl Emily Brontë ve 1849’da Anne Brontë tüberkülozdan hayatını kaybetti. Charlotte Brontë, babasıyla kalmıştı. “Jane Eyre”in gördüğü büyük ilgi üzerine bir yayıncı, yazarı sık sık Londra’ya davet ediyordu. Bu ziyaretler sırasında Brontë geniş bir sosyal çevre edinmiş, Harriet Martineau, Elizabeth Gaskell gibi isimlerle tanışmıştı. Ancak sürekli olarak yaşlı babasının yanında olmak istediğinden Londra seyahatlerini birkaç haftadan daha uzun tutmadı.

Haziran 1954’te Charlotte Brontë, babasının yardımcısı Arthur Bell Nichollsla evlendi. Hamileliğinin dokuzuncu ayında, 31 Mart 1855’te öldü. Ölüm nedeni tam olarak bilinmese de tüberküloz, tifüs ya da hamileliğin ilk safhalarındaki bir rahatsızlıktan dolayı öldüğü sanılıyor. Brontë’nin eserleri halen büyük ilgi görüyor ve İngiliz Edebiyatı’nın klasikleri arasında sayılıyor. Aynı zamanda “On the Death of Anne” ve “Brontë” isimli iki şiir kitabı bulunuyor.

Charlie Sheen

Charlie Sheen, 1965 doğumlu Golden Globes sahibi, Amerikalı sinema ve televizyon oyuncusu. 2003 yılından beri ülkemizde de gösterilen Two and a Half Man dizisinin başrolünde oynuyor.

Carlos Irwin Estevez, ünlü aktör Martin Sheen (doğum ismi Ramon Gerardo Antonio Estevez) ve Janet Templeton'ın dört çocuğundan biri olarak, 3 eylül 1965'de New York City'de dünyaya geldi.

Santa Monika Lisesi'ne devam ederken sinema ve beyzbola olan tutkusunu keşfetti ve bu dönemde Super 8 kamerayla çektikleri 200'den fazla amatör filmde yeraldı. Bu filmlerde sınıf arkadaşı olan Rob Lowe ve Sean Penn de vardı. Aynı zamanda okulunun beyzbol takımında da atıcılık yapan Sheen, mezuniyete bikaç hafta kala düşük notları ve devamsızlığı nedeniyle liseden atıldı.

Sheen 9 yaşındayken, babasının oynadığı The Execution of Private Slovik adlı televizyon filminde kendisine verilen küçük bir rolle oyunculuğa başladı. 1986 Yılında Platoon adlı filmdeki rolüyle sinema dünyasında tanınmaya başladı. 1987'de Wall Street adlı filmde babasıyla başrolü paylaştı. 2000'de Being John Malkovich'de kendisini canlandırdı. Oynadığı dizilerle büyük seyirci kitlesi edinen Sheen, 2001-2002 sezonu boyunca Michael J. Fox'un yerine girdiği Spin City'de rol aldı. Bu televizyon dizisindeki rolü ile Golden Globes'da komedi dalında en iyi aktör ödülünü aldı. Birçok Golden Globes ödül adaylıkları da bulunan Sheen, 2003 yılında Two and a Half Man adlı komedi dizisinde oynamaya başladı.

Göğüs kanseri için araştırma yapan ve eğitim veren Lee National Denim Day Göğüs Kanseri Vakfı'nın 2004 yılında sözcülüğünü üstlendi ve vakıf için milyonlarca dolar toplanmasını sağladı.

20 Mart 2006'da yapılan bir söyleşide, konunun 11 Eylül 2001 saldırılarına gelmesi üzerine televizyonda gördüğü jetlerin daha önce bindiklerine hiç benzemediğini ve binaların yıkılışının kendisine çok kontrollü geldiğini söyledi. Sheen'in bu komplo teorileri basında çok ses getirdi ve CNN Showbiz Tonight programında tartışıldı.

Birçok Hollywood yıldızıyla birliktelikler yaşayan Sheen'in, eski kız arkadaşı Paula Profit'ten Cassandra Jade Estevez adında bir kızı oldu. Profit ile evlenmeyen Sheen, eylül 1995 yılında Donna Peele ile evlendi ama bu evlilik 1 yıldan az sürdü. Ardından 2001 yılında, Good Advice adlı filmde oynarken tanıştığı ünlü aktris Denise Richards ile 15 haziran 2002'de evlendi. Sheen'den iki kız çocuğu (9 mart 2004 doğumlu Sam J. Estevez ve 1 haziran 2005 doğumlu Lola Rose Estevez) sahibi olan Richards, 19 nisan 2006'da kendisinin ve kızlarının can güvenliği olmadığını öne sürerek Sheen'e boşanma davası açtı.

Bundan önce de 1990 yılında kaza ile eski kız arkadaşı Kelly Preston'ı kolundan silahla yaralayan Sheen, öncesinde porno yılızlarıyla da birlikte olmuştu. Genel ev sahibi Hollywood Madam Heidi Fleiss'in en sık müşterileri listesinde adının yayınlandığı dönemlerde ünlü aktörün kokain bağımlısı olduğu da ortaya çıkmıştı.

Kendileri de oyunculuk yapan Emilio Estevez, Ramon Estevez Jr. ve Renee Estevez isimlerinde kardeşleri olan ve kariyerinde otuzdan fazla film bulunan ünlü aktör, halen ülkemizde de gösterimi süren Two and a Half Man dizisi'nde oynamaya devam ediyor.

Charlie Chaplin

1889-1977

"Slapstick" yani vücut dilinin ön planda olduğu, oyuncuların yaptığı hareketlerle izleyiciyi güldürmeye çalışan bir komedi türü olan hareket komedisinin başarılı oyuncularından olan Chaplin, sinema dünyasına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Filmlerinde politik mesajlarını komedi ile birleştirerek sert bir biçimde vermiş ve bu yüzden Amerika'dan sınırdışı edilmişti. Ancak buna rağmen iki kere Oscar Onur Ödülü kazanmış ve 1975 yılında "Sir" ünvanı almıştır.

16 Nisan1889'da Walworth, Londra'da doğdu. Annesi Hannah ve babası Charles müzikhol oyuncularıydı. Onlarla beraber sahnede büyümüş ve erken yaşta dans edip şarkı söylemesini öğrenmişti. Charlie Chaplin 3 yaşındayken annesi ve babasının boşanmasından sonra annesi ve büyük kardeşi ile Lambert'de yaşamaya başladı. 1894 yılında 5 yaşındayken annesinin yanında sahnede küçük bir rol almıştı. Ancak ilk önemli rolünü "Eight Lancashire Lads" adlı oyunda aldı.

1900 yılında üvey kardeşi Sydney, Londra Hipodromu'nda "Cinderella Man" adlı oyunda ona iş buldu. 1903 yılında "Jim: A Romance of Cockayne", 1906 yılında ise ilk düzenli rolü olan "Sherlock Holmes"da gazeteci çocuğu oynadı. Babası ile ilişkileri kısıtlıydı. Alkolik olan babası Charlie 12 yaşındayken öldü. Babasının ölümü ve annesinin şizofreniden dolayı akıl hastanesine yatırılmasından dolayı yetimhaneye verildi. Çocukluğu yetimhanede ve yatılı okullarda geçti.

Oynadığı bu küçük rollerden sonra 1908 yılında Fred Karno'nun vodvil topluluğuna katıldı. Hareketli, eğlenceli bir konuya dayanan ve şarkilara yer verilen hafif güldürülerde rol aldı. 1910 ile 1912 yılları arasında Karno'nun Amerika turnesinde katıldı. Karno Topluluğunda iken daha sonra Stan Laurel olarak tanınacak Artur Stanley Jefferson ile tanıştı. Amerika turnesinde Chaplin'nin oda arkadaşıydı ancak daha sonra Stan İngiltere'ye döndü, Chaplin ise Amerika'da kaldı.

Amerika'daki gösterileri sırasında Keystone Film Şirketi'nde yapımcı olan Mack Sennett tarafından keşfedildi. 2 Şubat1914 tarihinde "Making A Living" adlı komedide rol alması için teklif geldi. Aynı yıl "Kid Auto Races at Venice" adlı filmde rol aldı. Bu filmde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, bastonlu sakar bir tip olan "Şarlo" tiplemesini yarattı. Bu yıllarda içinde "Caught in a Cabaret", "Caught in the Rain", "The Face on the Bar-Room Floor" ve "His Trysting Place"in de bulunduğu 34 kısa film çekti. Bu sessiz filmlerle hareket komedisinde gelişme imkanı buldu.

Mack Sennett'ın yardımıyla girdiği Keystone Film Şirketi'nde haftalık 150 dolara çalışıyordu. Ancak filmlerinin başarısına kıyasla bu ücret hafif kalıyordu. Bu şirketten ayrılarak Essanay Şirketi'ne geçti. Kardeşi Sydney, İngiltere'den ayrılarak Amerika'ya gelmişti. Keystone'da ona iş buldu. Ertesi yıl daha yüksek bir ücretle Mutual Film Şirketi ile 12 film için anlaşma imzaladı. Bu filmler "The Floorwalker", "The Fireman", "The Vagabond", "One A.M.","the-count", "The Pawnshop", "Behind the Screen", "The Rink", "Easy Street", "The Cure", "The Immigrant" ve "The Adventurer" idi. 1917 yılına geldiğinde kendi şirketini kurup bağımsız filmler yapmayı planlıyordu. Hollywood'da La Brea Avanue isimli bölgede şirketini kurmak için arazi almayı planlıyordu. 1918 yılının başlarında First National Exhibitors Sirki ile anlaşarak ilk adımı attı. Yapımcılığını üstlendiği ilk filmi "A Dog's Life"ı çekti. Ardından "The Bond" ve "Shoulder Arms" adlı savaş komedilerini çekti. Bu filmler ile Chaplin'nin popüleritesi artmıştı. 1919 yılında "Sunnyside" ve "A Day's Pleasure"ı çekti.

1919'da Mary Pickford, Dougles Fairbanks ve D.W Griffith ile United Artists Şirketi'ne ortak oldu. Şirket oyunculara ve emeği geçenlere adil bir şekilde ücretlerinin ödenmesini öngörüyordu. Oyuncuların çalışan olarak yer aldığı bu şirkette, ücretler yöneticiler ile oyuncular arasında paylaştırılıyor ve oyuncuların hakları gözetiliyordu. Kendi finansmanına sahipti. Böylece Hollywood'da bugünkü tarzda ilk film şirketi kurulmuş oldu.

Charlie Chaplin, United Artist'deki işine rağmen First National Şirketi'yle anlaşmasını yenilemek durumundaydı. Böylece 1921 yılında 6 filmlik bir anlaşma imzaladı. İlk çektiği film olan "The Idle Class"da sinema dünyasının en ünlü çocuk oyuncularından olan Jackie Coogen ile çalıştı. Aynı yıl Londra, Paris ve Berlin'i de içine alan bir Avrupa turu yaptı.

Bu gezisinden sonra Amerika'ya döndüğünde United Artist'deki işine aktif olarak dönebildi. Bazı düzenlemeler yapıldıktan sonra içinde "Woman İn Paris"(1923), "Gold Rush"(1925), "Circus"(1928), "City Lights"(1931), "Modern Times"(1936) ve "The Great Dictator"(1940) adlı filmleri çekti. "City Lights" ve "Modern Times"ın çekildiği dönem sesli filmin ilk dönemleriydi. Sessiz film mantığı ile çekilen bu filmlerde sadece ekektler ve müzik kullanılmıştı. Bu filmlerde özgürce çalışma imkanı bulduğundan kendi tarzını açıkça ortaya koyabilmişti. Filmlerde siyasi ve toplumsal göndermeler bulunmaktaydı. Avrupa'nın içinde bulunduğu durumu gözlemlemiş ve filmlerinde bunu eleştirmişti. Halk tarafından filmler beğenilmesine karşılık Amerika vatandaşı olmayı reddetmesinden dolayı karalama çalışmaları sürmekteydi. Yaptığı evlikler ile de dikkat çekmişti. Çok genç yaşta olan eşleri ve hakkında açılan babalık davası gündemi meşgul etmekteydi. "Gold Rush" filminde komünizm propagandası yapıldığı gerekçesiyle Amerika'ya girişi yasaklandı. Bunun üzerine karısı ve çocuklarıyla İsviçre'ye yerleşti.

1947'de "Monseiur Verdoux" ve 1952'de "Limelight" adlı filmeri çekti. Ardından Amerika'yı ve yaşam tarzını eleştirdiği "A King in New York" adlı filmi çekti. 1966 yılında ise başrollerinde Marlon Brando ve Sophia Loren'nin oynadığı, kendisinin de hem oynayıp hem yönettiği "A Countess From Hong Kong"u çekti. Ölümünden önce müzik, spor ve yazarlıkla uğraşıyordu. "My Trip Road", "A Comedian Sees The World", "My Autobiography" ve "My Life in Pictures" adlı kitapları yazdı. Solak olmasın karşın büyük bir kolaylıkla keman ve çello çalıyordu. Bunun yanında filmlerinde geçen bazı şarkıların compozitörlüğünü yapmıştı. Bu şarkılar, "Sing a Song", "With You Dear in Bombay", "There’s Always One You Can’t Forget", "Smile", "Eternally" ve "You are My Song" idi.

< 1929 yılında ilk kez düzenlenen Oscar Ödülleri'nde "The Circus" filmiyle "En İyi Erkek Oyuncu" ve "En İyi Komedi Filmi Yönetmeni" dallarında adaydı ancak ödülü vericek komite ona özel ödül vermeye karar verdiler. Böylece ilk "Oscar" Ödülü bu oldu. 1972 yılında ise ikinci kez aldığı "Onur Ödülü"nde ise sahneye çıktığında 5 dakika süresince ayakta alkışlandı. Bunların dışında "Monseiur Verdoux", "City Lights" ve "Limelight" ile başka Oscar Ödülleri de aldı.

25 Aralık1977'de 88 yaşında iken uykusunda öldü. Ölümünden sonra 1 Mart1978'de vücudu Polonyalı ve Bulgar bir grup tarafından ailesine şantaj yapmak amacıyla çalındı. Olaydan 11 hafta sonra bu kişiler yakalandı ve Chaplin'nin vücudu mezarına yerleştirildi.

Charles Dickens

1812-1870

Tam adı Charles John Huffam Dickens olan İngiliz roman yazarı.

1812 yılında memur bir ailenin oğlu olarak Portsmouth'ta dünyaya geldi. Küçük yaşta büyük maddi zorluklarla karşılaşan Dickens, 11 yaşına geldiğinde bir boya fabrikasında günde 10 saat çalışmak zorunda kaldı. Çocukluk ve gençlik yıllarının büyük bir bölümünü çeşitli işlerde çalışarak geçirdi. 15 yaşına geldiğinde bir avukatın yanında çalışmaya başladı ve burada stenografi öğrendi. 1835 yılına gelindiğinde Morning Chronicle gazetesinde stenograf olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl "Boz" takma adıyla Boz'un Karalamaları başlığı altında yazıları yayınlanmaya başladı.

1830 yılında ilk aşkı Maria Beandel ile tanıştı ve onu "David Copperfield" daki Dora karakteri için uygun bir model olarak gördü. Ancak Maria'nın ailesi bu birlikteliği onaylamadı ve ayrılmak zorunda kaldılar.

1837 yılına gelindiğinde "Bay Mal'ın Serüvenleri" adlı kitabı ile üne kavuşmaya başlayan Dickens, aynı yıl Catherine Hogart ile evlendi. 1940 yılında da "Antikacı Dükkanı" adlı romanını yayınladı. 1940 yılında Amerika'ya giden Dickens burada Daily News gazetesini ve Household dergisini çıkardı. 1843 ve ve 1846 yılları arasında yaptığı seyahatlerde dönemin ünlü yazarları ile tanışma fırsatı yakaladı.

1858 yılında eşinden ayrıldı ve yeniden seyahatlere çıkmaya başladı. Çıktığı seyahatlerde sürekli yeni insanlarla tanışan ve çok sayıda konferans veren Dickens, bu tempoya dayanamadı ve Gadshill'deki evinde dinlenmeye çekildi. 1870 yılında hayatını kaybetti ve Paris'te, Mössie'de toprağa verildi.

Romanları :

The Pickwick Papers (1836–1837)

Oliver Twist (1837–1839)

The Life and Adventures of Nicholas Nickleby (1838–1839)

The Old Curiosity Shop (1840–1841)

Barnaby Rudge: A Tale of the Riots of 'Eighty (1841)

A Christmas Carol (1843)

Martin Chuzzlewit (1843–1844)

The Chimes (1844)

The Cricket on the Hearth (1845)

The Battle of Life (1846)

Dombey and Son (1846–1848)

The Haunted Man (1848)

David Copperfield (1849–1850)

Bleak House (1852–1853)

Hard Times (1854)

Little Dorrit (1855–1857)

A Tale of Two Cities (1859)

Great Expectations (1860–1861)

Our Mutual Friend (1864–1865)

The Mystery of Edwin Drood (tamamlanmadı) (1870)

Charles Bukowski

1920-1994

Henry Charles Bukowski, 1920 doğumlu Amerikalı şair ve yazar. Binlerce şiir, yüzlerce kısa hikaye, 6 roman yazmıştır ve bu eserleri 50’den fazla kitapta toplanmıştır. Eserlerinde Los Angeles’taki hayatından çok etkilendiği görülür. Tarzı en çok taklit edilen yazarlardan biridir.

Bukowski, 16 Ağustos 1920 tarihinde Andernach, Almanya’da dünyaya geldi. Asıl adı Heinrich Karl Bukowski’ydi. Annesi Katharina Fett bir Almandı ve kadın terzisiydi, babası ise Polonya kökenli bir Amerikalıydı, askerdi. İkili Birinci Dünya Savaşı sonunda tanışmıştı. Bukowski 2 yaşındaylen ailesi Los Angeles’a taşındı. Yazarın “Ham on Rye” romanında detaylı biçimde anlattığına göre babası sürekli işsizdi ve Bukowski’yi sürekli döverdi. Los Angeles Lisesi’nden mezun olduktan sonra Los Angeles Üniversitesi’ne kaydolan Bukowski burada edebiyat, gazetecilik ve sanat dersleri aldı, 2 yıl sonunda okulu bıraktı. Yazar sadece babasına değil, tüm topluma aldığı karşı tavrı bu dönemlerde filizlendirmişti. Çok küçük yaşta alkolle tanıştı.

Okul yıllarında Bukowski eline geçen herşeyi okumaya ve hikayeler yazmaya başlamıştı. Birgün babası hikayelerinden bazılarını buldu ve öfkeden deliye dönmüş bir şekilde tüm eşyalarını ve yazılarını yok etti. Bunun üzerine Bukowski evi terk etti.

24 yaşına geldiğinde, yazarın “Aftermath of a Lengthy Rejection Slip” adlı kısa hikayesi Story Magazine adlı dergide basıldı. Bu, kariyeri için bir dönüm noktası idi. Bundan 2 yıl sonra “20 Tanks From Kasseldown” hikayesi Portfolio III dergisinde yayınlandı. Bukowski, hikayelerinin yavaş gelişen basım sürecinde hayal kırıklığına uğrayarak yaklaşık 10 yıl boyunca yazı yazmadı. Bu 10 yıl boyunca Los Angeles’ta yaşamaya devam etti ancak bir yandan da Amerika’nın dört bir yanını dolaşarak tuhaf işlerde çalıştı. 1950lerin başında Los Angeles’ta postacı olarak çalışmaya başladı ama bu işi de 2.5 yıl sonra bıraktı. 1955’te ülser yüzünden hastaneye kaldırıldı. Ölümden dönmüştü. Hastaneden çıktıktan sonra şiir yazmaya başladı. 1957’de yazar ve şair Barbara Frye’la evlendi. Frye, “Harlequin” adında bir şiir dergisi çıkarıyordu. Tanışmalarından önce Frye, Bukowski’ye boynunu kısa gösteren ve doğuştan gelen hastalığı yüzüden kimsenin onla evlenmeyeceğinden korktuğunu söyleyen bir mektup yazmıştı. Bukowski de bu mektuba karşılık olarak onunla evlenebileceğini söylemişti. Çift, 1959’da boşandı. Bu boşanmanın ardından Bukowski yeniden içki içmeye ve şiir yazmaya başladı. Aynı yıl, ilk şiir kitabı olan “Flower, Fist and Bestial Wail” piyasaya sürüldü.

Yazar, bu sıralarda postanedeki eski işine geri döndü ve 10 yılı aşkın bir süre bu işi yaptı. Birlikte yaşadığı ancak hiç evlenmediği Frances Smith’ten 1964 yılında Mariana Louise Bukowski adlı bir kızı oldu. Tuscon’da yaşamaya başladı. Burada Jon ve Gypsy Lou Webb’le tanıştı. Webbler, “The Outsider” adında bir dergi çıkarıyordu ve Bukowski’nin bazı şiirlerini bu dergide yayınladılar. Yazar, Jon ve Gypsy Lou’nun bir arkadaşı olan Franz Douskey ile bu sırada tanıştı. Dördü, sürekli olarak Webblerin evinde zaman geçiriyorlardı. 1969’da, yayıncı John Martin’den ayda 100$ maaş karşılığında Black Sparrow Yayıncılık’tan (şimdiki ismiyle HarperColins/ECCO) çalışma teklifi alan Bukowski, postanedeki işini bırakıp tüm zamanını yazarlığa ayırma kararı aldı. Bukowski bu kararı için “postacı olarak kalmak ya da yazar olup açlıktan sürünmek” arasında kaldığını ve ikinci seçeneği tercih ettiğini söylemişti. Postaneden ayrıldıktan sonraki 1 ay içinde, yazar, ilk romanı “Post Office”’i bitirdi. Bukowski fenomeni bu noktada hız kazanmaya başladı. Kendisine karşı olan inancına ve finansal yardımlarına karşılık olarak, Bukowski kitaplarının birçoğunu Black Sparrow’dan çıkarttı. 1976’da Linda Lee Beighle’la tanışan yazar, 2 yıl onunla birlikte yaşadıktan sonra Doğu Hollywood’a taşındı. “Women” ve “Hollywood” adlı kitaplarında “Sara” adıyla anılan Beighle ve Bukowski, 1985 yılında evlendi.

Charles Bukowski, 9 Mart 1994’te San Pedro, Kalifornia’da lösemiden öldü. “Pulp Fiction” adlı romanını ölümünden kısa bir süre önce tamamlamıştı. Ölüm töreni Budist rahipler tarafından yönetildi. Yazarın mezar taşına “Denemeyin” yazıldı. Eşi Linda’ya göre bunun anlamı şu; “Eğer tüm zamanınızı deneyerek harcıyorsanız, tek yaptığınız denemek demektir. Bu yüzden denemeyin, sadece yapın.”

Eleştirmenler, Bukowski’nin yapıtlarının erkeklerin fantazilerinin detaylı bir tasviri olduğunu düşünüyordu çünkü yazar, eserlerinde her zaman sorumsuz, özgür ve serseriydi. Ölümünden sonra da hayatı ve eserleri hakkında birçok eleştiri kitabı basıldı. Alkol problemi olan ve hayattan hoşnutsuz birçok insan için bir rol modeli olsa da, Bukowski akademik çevrelerden hiçbir zaman yeterli ilgiyi göremedi. Ancak Bukowski hakkında onlarca eleştirel kitap yayınlandı.

ECCO Yayınevi, halen yazarın küçük çaplı dergilerde çıkan hikayelerini kitap halinde yayınlamakta. Eşi Linda, yazarın arşivini 2006 yılında Huntington Kütüphanesi’ne bağışladı. Bukowski’nin hayatının anlatıldığı ya da kitaplarından uyarlanan belgesel ve filmler ise şöyle: “Bukowski” (1973), “Tales of Ordinary Madness” (1981), Mickey Rourke ve Faye Dunaway’in rol aldığı 1987 yapımı “Barfly” (Bukowski’nin Hollywood adlı romanında bu filmin çekimleri anlatılmaktadır), Belçika yapımı “Crazy Love” (1987), “Cold Moon” (1988), Bono, Tom Waits, Sean Penn gibi Bukowski hayranı ünlülerin yer aldığı “Bukowski: Born Into This” (2004), Yunanistan yapımı “Social Dinner” (2004), aynı adlı romanından uyarlanan ve Matt Dillon’un oynadığı “Factotum” (2004) ve “Bring Me Your Love” (2006).

Bukowski’nin bir yazar olarak kullandığı favori öğelerden biri Los Angeles’tı. Bu şehri ne kadar çok sevdiğini birçok röportajında tekrar tekrar dile getirmiş, ruhen her zaman orada olacağını söylemişti. John Fante, Fyodor Dostoyevsky, Anton Chekhov, Ernest Hemingway, yazarın etkilendiği isimlerdi.

Bukowski, kitaplarında kendisi için Henry Chinaski ismini kullanır. Eserlerinde alkol, uyuşturucu, seks ve sefil hayatlardan bahseder. Bazen olağadışı öğeleri kullanır. Çoğunlukla kendi hayatından kesitler sunar ve bunu her zaman keskin ve süssüz cümleler kullanarak yapar. Geniş bir hayalgücüne ve ufka sahiptir. Başlıca tutkuları at yarışı, kadınlar ve alkoldür. Sean Penn, 1995 yapımı “The Crossing Guard” adlı filmini yazara ithaf etmiş ve onu çok özlediğini söylemiştir. Jean Genet ve Jean-Paul Sartre, Bukowski’yi “Amerika’nın en iyi şairi” olarak tasvir eder.

Cevdet Sunay

1899-1982

Türkiye Cumhuriyeti'nin beşinci cumhurbaşkanı, asker ve devlet adamı.

1899 yılında Trabzon'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Erzurum, Kerkük, Edirne ve Kuleli Askerî Lisesi'nde yaptı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917 yılında subay adayı olarak eğitim kampına katıldı. Aynı yıl Filistin cephesinde görev aldı.

1918 yılında Mısır'da İngilizlere esir düştü. Esaretten döndükten sonra, Kurtuluş Savaşı'na katılarak, Güney cephesinde görev aldı. Sonradan Batı cephesinde görevini sürdürdü.

1927 yılında Harp Okulu öğrenimini tamamladı. 1930 yılında Harp Akademisi'ni bitirdi. Silahlı Kuvvetlerde çeşitli görevler alarak 1949'dan sonra Generallik rütbelerinde hizmet verdi. 1960 yılında Genelkurmay Başkanlığı görevine atandı.

1966 yılında, bu görevinden ayrılarak Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörlüğüne seçildi. Cemal Gürsel'in rahatsızlığı sebebiyle görevden ayrılması üzerine, 28 Mart 1966'da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin beşinci Cumhurbaşkanı seçildi. Yedi yıllık görev süresini tamamladıktan sonra 1973 yılında Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldı.

1929 yılında Atıfet Hanım'la evlenen ve üç çocuğu olan Cevdet Sunay 22 Mayıs 1982 gününde vefat etti.

Cesar Franck

1822-1890

Belçikalı-Fransız orgcu ve besteci Franck, romantik yapıtlarıyla ünlenmiştir.

Banker Auguste ve müziksever İsabele’in ikinci çocukları olarak 1822 yılında Liege’de dünyaya geldi.

İlkokulla birlikte öğrenim yapan Liege Konservatuarı’na girdi.Burada piyano öğrendi ve karma korosunda şarkılar söyledi.

1834’de Aix ve Brüksel’i de kapsayan konser turnesine çıktı.Ertesi yıl Paris’e gönderildi ve Paris Konservatuarı öğretmenlerinden Bohemyalı besteci Anton Reicha’dan ders aldı.

1837’de Füg Ödülü’nü, 1838’de piyanoda Büyük Şeref Ödülü’nü, 1840’da Füg’dan birinci, 1841’de de ikinci org ödülünü kazandı.

1840’da önemli 3 trio besteledi.Bu trioları Franz Liszt’de çok beğenmiş bunun üzerine Franck, 4.trio’sunu ünlü piyanist Listz için yazdı.

Bu dönemde Çiftlik Kahyası, Hulda ve Ghisella gibi deneme operalar yazdı.Hayatını devam ettirebilmek için piyano öğretmenliği yaptı ve org dersleri verdi.

1848 yılında Desmousseaux adlı bir aktörün kızıyla evlendi.

1851’de Saint-Jean-Saint-François Kilisesi’nin, 1858’de de koro şefliğini yaptığı Sainte-Clotilde Kilisesi’nin orgcusu oldu.

1872’de Par’s Konservatuarı’na org profesörü olarak atandı.Franck, konservatuara katıldıktan sonra öğrenim yeri adeta bir sanat merkezi durumuna geldi.

Aynı yıl Fransız besteci Vincent a’Indy, Franck’ın öğrencileri arasına katıldı.Franck’ın çevresi Einest Chausson, Pierre de Breville, Charles Bordes ve Guy Ropartz’ın katılmasıyla 1880'lerin başında tamamlandı.

Franck, yalnız sanat için sanatı sevdi.Sanatçı, başkaları hakkında önyargılara varırken hoşgörülükle hareket ederdi.

1890 yılının mayıs ayında trafik kazası geçiren ünlü besteci ayağını incitti ve bir gece yarısı orgunu çalmaya giderken düştü.8 Kasım 1890 tarihinde Paris’te hayatını kaybetti.

Eserleri: Üç Motet, Messe a Trioix Voix, Trois Offertoires, Panis Angelicus, Redemption, Les Eolides, Psyche, Piyano ve Yaylı Çalgılar İçin Fa Minör Beşli, Re Majör Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, Keman ve Piyano İçin La Majör Sonat, Six Pieces, Triois Pieces, Trois Chorals, Prelude Choral ef Fugune.

Cengiz Han

1162-1227

Büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han, 1162 yılında Moğolistan'da doğdu. Çocukluk adı olan Timuçin, çince ''Mükemmel Savaşçı'' anlamına gelen ''Çeng-sze'' kelimesinden gelmektedir.

Rivayete göre Timuçin, bir eli yumruk şeklinde doğdu ve avcu açıldığında içinin kan pıhtısıyla dolu olduğu görüldü. Babası Yesügey Bahadır bunu öğrenince oğlunun büyük bir savaşçı olacağını ve yeryüzünde çok kan dökülmesine yol açacağını söyledi. Babası Yesügüy Bahadır, 12. ve 13. yüzyılda Moğolistan'da büyük ün ve güç kazanmış Kıyat Tatar boyunun önderiydi. Annesi aynı boydan gelen Ulun Hatun, Timuçin'i ve diğer çocuklarını eski Türk geleneklerine göre yetiştirmeye çalışan fedakar bir kadındı. Yesügüy Bahadır, büyük bir savaşçı olacağını söylediği oğlu Timuçin henüz on yaşındayken öldü. Yönetimi altındaki halkın birliği dağıdı ve Ulun Hatun ve çocukları kimsesiz, yardıma muhtaç hale geldiler.

Bu zorlu yaşam koşullarında büyüyen Timuçin, uzun boylu güçlü kuvvetli atılgan bir genç adam olmuştu. Bütün gün at üstünde kalabiliyor, okunu ustalıkla kullanabiliyordu. Timuçin ve kardeşleri babalarının ulusunu kendi çevrelerinde toplamaya ve bütün haklı biraraya getirmeye karar verdiler.

Bu çağda birçok derebeyliğe bölünmüş olan Moğolistan'da iki güçlü han vardı; Kereyit Hanı, Tuğrul ve Nayman Hanı, Buyruk. Merkitler denen üçüncü bir han vardı ki, bu soy Yesügüy Bahadır soyunun en eski düşmanıydı.

Yesügüy'ün oğullarının güçlennmesi karşısında telaşa kapılan Merkitler, bir gece Timuçin ve kardeşlerinin karargahına bir baskın düzenlediler. Timuçin'in annesini ve karısını kaçırdılar. Ayrıca bütün malı mülkü yağmalanan Timuçin canını zor kurtararak Haldun Dağı'na sığındı. Merkitlere karşı koyabilmek ve ailesini kurtarabilmek için babası Yesügüy Bahadır'ın dostu Kereyit Hanı Tuğrul'dan yardım istedi. Tuğrul Han, Timuçin'in emrine büyük bir ordu gönderdi. Timuçin böylece ailesini Merkitlerin elinden kurtarabildi.

Timuçin'in giderek güçlenmesiyle diğer boylarda ayaklanmalar da başladı. Savaş sırasında dostu Tuğrul Han da ölünce Kereyit boyu Timuçin'in tebasına katıldı. Birçok beyliği kendi himayesi altında toplayan Timuçin'in, Moğolistan'ın tek hükümdarı olabilmesi için en güçlü düşmanı Nayman Hanlığını da ele geçirmesi gerekiyordu. 1204'te başlayan zorlu savaş bir yıl sürdü. Timuçin bu savaşı da kazanmış, artık gücünü kabul ettirmişti. 1206 yılında Onon nehri kıyısında toplanan büyük kurultayca ''Cengiz'' ünvanı ile hakan ilan edildi. Bu törende geleneklere göre dokuz sancak dikildi.

Cengiz Han, elli yaşına kadar Moğolistan'ın çeşitli boylarıyla savaştı, arasıra yenilgiye de uğrasa başarısızlıktan hiç bir zaman yılmadı. Ama Cengiz Han'ın asıl büyük başarıları bu yıllardan sonra başladı.

Cengiz Han önce Çin devleti ile savaştı. 1211 yılında Pekin'i kuşattı, uzun süren kanlı çarpışmalardan sonra Çin hükümdarıyla bir antlaşma imzalandı ve bir Çin prensesiyle evlendi. Bu ikinci evliliğiydi. Ancak savaş birkaç ay sonra yine başladı ve 1215'e, Pekin'in alınmasına kadar sürdü. Bu tarihte Çin hükümdarı Cengiz Han'ın kesin egemenliğini kabul etti ve haraç vermeye razı oldu.

Batıdaki en güçlü İslam devleti Harzemşahlardı. Hükümdarları Sultan Mahmut, kısa süre önce Karahıtay devletini yenilgiye uğratmıştı ve Çin'e saldırıya hazırlanmaktaydı. Cengiz'in başarısından sonra telaşa kapıldı ve ona Seyyid Bahaiddin Razi başkanlığında bir elçiler kurulu gönderdi. Cengiz Han da Harzemşahlarla dostluğun ve ticaretin yararlı olacağını düşündüğünden, bu harekete karşılık olarak, Harzeme Mahmut Yalavaç başkanlığında bir kurul gönderdi. Böylece Moğollarla Harzemşahlar arasında dostluk başlamış ve bir ticaret antlaşması yapılmış oluyordu.

Bu antlaşma üzerine, 1218'de 450 kişilik Moğol ticaret kervanı, o çağın en pahalı mallarını islam ülkelerine götürmek üzere yola çıktı. Ne var ki, Harzem ülkesindeki Otrar şehrinde, Otrar valisi Kayır Han Inaçık bu kervanı durdurttu; mallarını yağmalattı, bütün adamlarını öldürttü. Kurtulabilen tek kişi, durumu Cengiz Han'a bildirdi. Bunun üzerine Cengiz, Sultan Mahmut'tan Kayır Han'ın kendisine teslimini istedi. Ama, Cengiz'in bu isteğini belirtmek için gelen elçileri de öldürüldü. Tarihe ''Otrar Faciası'' adıyla geçen bu olay, islam ülkelerine Moğol akınlarının başlamasının sebebi oldu.

Cengiz Han Harzem Devletinden öc almaya karar vererek büyük bir sefer düzenledi. Yolu üzerindeki Karahıtay ve Nayman beyliklerini ele geçirdi. Kervanının yağmalandığı ve adamlarının öldürüldüğü Otrar şehrine geldiğinde 70 bin askerle karşı koyan Otrar valisi Kayır Han'la bir süre çarpıştıktan sonra, oğulları Çağatay ile Ogedey'i orada bırakıp yoluna devam etti. Yolu üzerindeki kendiliğinden teslim olan Zernuk kalesinin bulunduğu şehre ''Kutlu Şehir'' adını verdi.

Maverahünnehir denilen islam bölgesi de Cengiz Han'ın ordularınca kıskaca alındı. Ardında Semerkant'ı geçen Cengiz Han, Buhara'yı kuşattı. Üç gün üç gece süren saldırılar sonunda Buhara'yı savunan 50 bin kişilik ordu, kana bulanan şehri Cengiz Han'a teslim etti.

Semerkant'ı kuşattığında da yine halkı kılıçtan geçirdi. Horasan'ı da ele geçiren Cengiz Han oğullarına Harzem'in merkezi Ülgenç şehrini kuşatma emrini verdi. Altı ay süren kuşatma sonunda Ülgenç de yerle bir edildi. İntikamı Cengiz Han'ın tarih sayfalarına kanlı hükümdar olarak geçmesine neden olmuştu.

Bütün bu savaşlar, doğudaki islam devletlerinin hemen hepsinin Moğol egemenliğine geçmesini sağladı. Cengiz Han, 1225'de Moğolistan'a döndü. Dönüşte imparatorluğunu dört oğlu arasında paylaştırdı. 1227'de, Tangut seferinde hastalanarak öldü. Cenaze töreni eski Türk hakanlarınınki gibi yapıldığından mezarının nerede olduğu bilinmemektedir.

Bu büyük savaşçı yalnız askeri başarılarla yetinmemiş, Moğol İmparatorluğu'nun hukuk ve askeri işlerini düzenleyen bir kanun da yapmıştı. Cengiz Yasası diye bilinen bu yasa eski Türklerden Moğollara kadar gelen sözlü geleneğin otuz üç defterde toplanmasıydı.

Cengiz Han'ın askeri becerisi ve uyguladığı stratejileri tarihe büyük bir kumandan olarak geçmesini sağladı.

Cem Uzan

Cem Uzan Türk işadamı ve siyasetçi

İstanbul Özel Alman Lisesi'ni bitirmiş, Amerika'da işletme eğitimi almıştır.

Şirketlerine (Telsim, Star TV gibi) BDDK tarafından el konulmuş olması ile Türkiye gündemini ve özellikle Motorola firması ile olan davası edeniyle uluslararası gündemi yoğun bir şekilde meşgul etmiştir.

Genç Parti'nin kurucusudur. Kurulmasından kısa bir süre sonra 3 Kasım 2002 seçimlerinde beklenmedik bir başarı elde etmiştir. Bu başarısı Genç Parti'yi Meclis'e taşıyamamış olsa da, AKP'nin tek başına iktidar olmasına dolaylı olarak katkıda bulunduğu görüşü dile getirilmiştir.

Cemil Cahit Toydemir

1883-1956

Asker ve siyaset adamı.

1883 yılında İstanbul'da doğdu. 1902 yılında Harp Okulundan Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1909 yılına kadar Beyrut ve Hicaz'da kıt'a görevleri yaptı. 1909-1914 yılları arasında Yüzbaşı rütbesi ile Trablusgarp ve Balkan Harbine katıldı. 1915'te Binbaşılığa terfi ederek Birinci Dünya Harbinde 53'üncü Alay Komutanlığı ve 1916-1918 arasında 33'üncü Tümen Komutan Vekilliği yaptı. Ağustos 1918'de Yarbay oldu, 1'inci Kafkas Tümen Komutanlığına getirildi.

Mayıs 1919'da 5'nci Kafkas Tümen Komutanlığı görevi verildi. 1921'de Albay oldu. 21 Ocak 1922'de 10'ncu Tümen Komutanlığına atandı. 1926'da 11'inci Tümen Komutanlığı görevi verildi. 1927'de Tümgeneral rütbesine yükseldi. 1932'de Milli Savunma Bakanlığı Kara Müsteşarlığına getirildi. 1933'te 5'inci Kolordu Komutanlığı görevi verilerek Korgeneralliğe yükseltildi. 30 Ağustos 1942'de Orgeneralliğe yükselerek Askerî Yargıtay Başkanlığı ve 1'inci Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. 15 Haziran 1946'da emekliye ayrıldı.

Sivil yaşamında VIII. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi. PEKER Hükümetinde Milli Savunma Bakanı olarak görev yaptı. 15 Temmuz 1956'da vefat etti.

Hakkında Bilgi - Teknoloji Hakkında Bilgi, Sağlık Hakkında Bilgi, Eğitim Hakkında Bilgi,Kültür Hakkında Bilgi, Sanat Hakkında Bilgi, Din Hakkında Bilgi, Türkiye Hakkında Bilgi, Yaşam Hakkında Bilgi, Bilim Hakkında Bilgi ve Hakkında Bilgi aradığınız birçok şeyi bulabileceğiniz blog sitesi..